Bu satırları yazarken yaşanan felaketin 71. saatindeyiz. Türkiye’m gibi ben de uyuyamıyorum. Gelecek güzel bir haber, sizler gibi beni de ziyadesiyle mutlu edecektir. Kelimenin tam manasıyla kan ağlıyor yüreğimiz. Suçlu bir edebiyattır bu! Nereden başlamalı? Nasıl yazmalı? Bu kadar ölüm ve çaresizlik, seyre yürekler dayanmaz.
Onların umutları söndü. Hayalleri bitti. Çeyizleri sandıkta kaldı. Askıda ütüsü bozulmamış damatlıkları.. Beton molozlarının arasında kalan yaşlı, genç, çocuk, gelinlik kızlar, askerliği gelmiş oğulla… İstanbul’ da kar yağıyor, bizim yüreğimize. Tomris Uyar’ın öyküsünde söylediği gibi “Yağan kar, gerilere sürüklüyor düşünceyi. Yine televizyon başındayız… Saklandığı kolonların arasında ürkek bir çocuk. “ Taşıyıcı kolonu kesip seni çıkaracaklar diye seslenen vatandaşa, “ kolumu mu kesecekler” diye karşılık vermesi… Kaygılıydı. Vücut dilinden anlaşılıyordu. Başına ne geleceğini bilmeden, kendinden büyük birine itaat etmesi gerektiğinin çelişkisi içinde. Dayan, küçüğüm diyorum. Korkma! Şimdi sen kaç yaşındasın? Sıcak yatağında olmalıydın. Enkaz altından çıkarılan küçük bir kız çocuğunun “ annemi de kurtarın “ demesi çocuğun içinde bulunduğu durumu özetlemeye yetti. Çok üzgünüm çocuklar sizler adına! Demek geldi içimden, söyleyemedim. Can Yücel’in dediği gibi; “ Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli. Bu kadar ağır olmamalı “idi. Anneler kederlerini koyar kızlarının çeyizine bazen de kaderlerini… Bir ev karşılığı, kaybolan onca hayatlar… AFAD verileri; depremin 3’üncü gününde acı bilançoyu açıklıyor. Kahramanmaraş merkezli 10 şehirde meydana gelen 7,7’lik ve 7,6’lık depremde toplam can kaybı 9 bin 57 kişiye, yaralı sayısı 52 bin 979 kişiye ulaştı diye. Henüz gidilmemiş köyler, girilmemiş binalar var.” Sesimi duyan var mı?” Yardım çağrısı, kör bir karanlığın kucağında inleyenlerin son umut bekleyişinin adıydı. Bu bekleyişin sonunda acı vardı, bir daha yeşeremeyecek fidanlar vardı. Asıl sorun ne biliyor musunuz? Biz bunları neden yaşıyoruz. 17 Ağustos depremini yaşamış bir millet olarak. Sokaktaki simitçinin bile deprem olacak dediğine inanıyoruz da, neden alanında uzman olan profesör, Jeoloji uzmanlarına inanmak istemeyiz. Netice itibariyle,” Halep oradaysa arşın, burada!” Ülke olarak ağır bir sınavdan geçiyoruz! GSM operatörleri deprem bölgesinde çalışmıyor. Özel bir hastanenin yoğun bakım ünitesinde soğuktan donarak ölen vatandaşlar, deprem bölgesinde yağmalama görüntüleri. Deprem de ailesi hayatta olmayan çocukların bazılarının organ mafyası tarafından kaçırıldığı iddiaları. Öyle ağıtlarımız var ki “ Ben bu derdin hangisine yanayım, zincirler zapt etmez benim gönlümü.” Size sesleniyorum çocuk hırsızları! Kan emici vampirler! Hangi din, hangi milletsiniz? Birileri çıktı binanın kolonlarını kesti, birileri çıktı müteahhitliğe soyundu. Birileri rant peşinde koştu, imar izni olmadan kat üstüne kat çıktı. Yaşananları görünce belki vicdanın rahatsız olmuştur. Doymadınız mı? Ne diyor Tevfik Fikret: “ Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! Yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir? Ve “Dayan!” diyorum gönlüme! Her yara sarılır elbet, lakin izleri kaybolmaz. Gözlemleyerek öğrendiğimiz bir şey var, evsiz kalan depremzedeler yoksulluğu, çaresizliği, sözüm ona müteahhitler de ceplerini dolduracak. Özellikle şimdi toplumun devlete, siyasilere acilen ihtiyacı var. Yaşanan bu depremlerden ağır bir ders alarak, ülkeyi yeniden ayağa kaldırmak zorundalar. Doğal afetlere Allah’tan gelen der kabul ederiz. İnsan kaynaklı yapılan şeyleri kabullenmek hayli zor. Acının ağırlığını taşıyacak ne dermanımız, nede güçlü kelimelerimiz var. Kederimizi tartacak terazi de yok. Bize ait olmayan utanç duygusuyla uyanıyoruz. Acılarınızın, hüzünlerinizi, tanıklarıyız. Böylesi ölümlere alışamadık. Saygılarımla…
Yürek dayanmıyor biz evlerimizde içtiğimiz bir yudum sudan aldığımız tek nefesten utandık. Allah yaralılarımıza şifa versin. Vefat edenlere rahmet etsin. Orda canla başla çalışanlara yardım etsin.
Teşekkür ederim Hande hanım.
Sizler gibi bizlerinde duaları depremden etkilenen vatandaşlarımızla.