Hayata yeni bir kural koyalım mı?
Büyük, gösterişli şeylerin değil; küçücük bir bitkinin peşinden gidelim.
Onu sevgiyle besleyelim, anlam katalım. O da bizim hayatımıza anlam katsın.
Belki de hayatın sırrı, böyle basit ama derin bir dokunuşta saklıdır.
Bendeki kaktüsün hikayesi gibi…
Bazen yolum, tarih kokan eski bir esere takılır.
Bizden önceki çağlarda yaşamış insanların izlerini, hayata kattıkları anlamları, kullandıkları eşyaları, tabakları, çanakları ve başka diyarlardan getirdikleri bitki tohumlarını düşünürüm.
Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrum begonvilleri gibi…
Bir gün mutlaka bunları da anlatacağım, umarım.
Bazen ise deniz kenarından özenle seçtiğim küçücük bir çakıl taşı…
Bazen de giderken aldığım küçücük bir bitki;
belki ona saklı bir anlam yükleyerek
hayatıma küçük bir sevgi tohumu ekerim.
Hayatımda aslında önemsiz gibi görünen bu küçük şeylerin büyüklüğünü, değerini anlatmak mümkün değil.
Ve bugün: 27 Haziran 2025.
Bazen hayat, sessiz bir mucizeyi bir tarihle mühürler.
Her gün sıradan gibi başlar; ama bazen bir çiçek o günü ömürlük kılar.
Bugün işte o günlerden biri olabilir…
Yaklaşık yedi yıl önceydi.
Bir çiçekçiden, vitrininde dikkatimi çeken küçücük bir kaktüs almıştım.
Neredeyse avuç içi kadar bile olmayan, dikenleriyle suskun ama dimdik duran o bitkiyi ilk gördüğümde içimde garip bir sıcaklık hissetmiştim.
Belki de ona değil, onda saklı olan yaşama direncine çekilmişti gönlüm.
Ofisimin denize bakan küçük penceresinin önüne koydum onu.
Her sabah iş telaşıyla uğraşırken bir bakış atar, belki birkaç damla su verirdim; ama en çok da sevgi verirdim, farkında olmadan.
Göz ucuyla konuşurduk onunla, kimse duymasa da…
Sonra ofisten ayrıldım.
Ofisimiz yıkıldı.
Her şey gibi o pencere de, o masa da, o rutini paylaşan duvarlar da yok oldu.
Ama o küçük kaktüs kaldı.
Hani derler ya, bazı şeyler yıkıntılardan geriye kalan en değerli hatıradır diye…
İşte o da öyleydi.
Eve getirdim.
Balkona koydum, sonra pencereye, sonra yeniden yerini değiştirdim.
Ama o hiç şikâyet etmedi.
Güneşi bulduğu yerde suskun ama inatçı bir hayata tutundu.
Ne çok su istedi, ne naz yaptı…
Her şeye rağmen hep oradaydı.
Geçtiğimiz sabah bir gariplik dikkatimi çekti.
Üzerinde değişik bir kıpırtı, farklı bir şekil…
Önce anlam veremedim.
Ertesi sabah uyandığımda ise o, hiç beklemediğim bir mucizeyle karşılaştım:
Üzerinde bembeyaz, papatyaya benzeyen bir çiçek açmıştı!
Sanki bana fısıldıyordu:
“Ben buradayım. Seninleydim. Seni gördüm. Senin sevgini aldım.”
Araştırdım…
Meğer kaktüsün çiçek açması, az rastlanan ama çok özel bir durum.
Sabır ve sevgiyle geçen uzun yılların sonunda, bir tür teşekkür gibi.
Bazı kültürlerde kaktüs çiçeği aşkın gücü, içsel direniş ve dayanıklılıkla bağdaştırılıyor.
Eski inançlara göre bir kaktüsün çiçek açması, bulunduğu evde huzurun, sadeliğin ve samimi bağların çoğaldığına işaretmiş.
Doğanın bize gönderdiği sessiz ama güçlü bir işaret belki de…
Ve düşündüm sonra:
Bu sadece bir bitki hikâyesi değil.
Bu, insanın kendisiyle olan ilişkisinin de bir aynası.
Belki de kaktüs sadece bir bitki değil; insan ilişkilerinin de metaforudur.
Çünkü birine değer vermek, o anlık bir ilgiyle değil; zamanla, gözlemle, sabırla olur.
Gerçek değer, düşünüp taşındıktan sonra verilen değerdir.
Önce tanırsın, beklentisiz seversin…
Ve bir gün o insan sana bir “çiçek” açar.
Bir kaktüs gibi değil miyiz hepimiz?
Dıştan sert, kimi zaman dikenli…
Belki yanlış anlaşılmaya, dokunulmaya korkar halde…
Ama içimizde bir yerlerde hep saklı, sessiz bir çiçek taşıyoruz.
Öyle herkesin göremeyeceği ama bir kişinin sevgisiyle, ilgisiyle bir sabah sessizce açabilecek bir çiçek…
Çünkü her canlı karşılık beklemeden sevgiye muhtaçtır.
Bitkiler de öyle, insanlar da.
Bir insana biraz ilgi, biraz sabır, biraz özveri verirsen;
bir bakmışsın en beklemediğin anda içinden bir “çiçek” çıkarmış.
Ama mesele sadece çiçek açmak değil.
O sürece tanıklık edebilmek…
Kırmadan, dökmeden, sabırla bekleyebilmek.
Birini veya bir şeyi gerçekten sevmek;
O sevginin ne zaman karşılık bulacağını hesaplamadan, sessizce devam edebilmek…
Kaktüs deyip geçmeyin.
Belki de hayatın tam kendisi gibi:
Dikenli, sert, suskun…
Ama bir gün öyle bir çiçek açar ki sizi,
Hiç söylemediğiniz bir sevgiyle yüzleştirir.
Ve ben buna sabırla büyüyen dikenlerin arasında sessiz mucize diyorum…
“Gerçek sevgi, sessizce büyür; en beklenmedik anda çiçek açar.”
Korku, güvensizlik, hırs ve haset… Bunlar, hayatımızın dikenleri.
Ama sevgiyle yeşeren bir yürek; güveni, sabrı, huzuru ve umudu üretir.
Üzüntü, hastalık getirir; sevinç ise şifa…
Tıpkı çorak toprakta direnen bir kaktüs gibi,
Biz de sevgimizle, sabrımızla, rızamızla yaşam çölünün ortasında bir vaha olalım.
Doğanın dayanışmacı sükûnetiyle geleceğe güvenle yürüyebilmemiz dileğiyle…
Kalın sağlıcakla.