aohbet islami chat omegla türk sohbet cinsel sohbet dini chat ref: refs/heads/v3.0
enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhphaberyerel haberibbkartal belediyesituzla belediyesidilovası belediyesipendik belediyesimaltepe belediyesiuğurmumcugökhan yükselimamoğluşadi yazıcı
DOLAR
40,2572
EURO
46,7319
ALTIN
4.303,02
BIST
10.225,48
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
32°C
İstanbul
32°C
Açık
Çarşamba Açık
33°C
Perşembe Açık
34°C
Cuma Az Bulutlu
29°C
Cumartesi Az Bulutlu
30°C

Nevin Özbar

nevinozbar12@gmail.com

Yargıdan Önce İnfaz Kültürü mü Yerleşiyor?

11.07.2025 11:11
A+
A-

Masumiyet karinesi, yalnızca bireyleri koruyan bir hukuk ilkesi değil; aynı zamanda demokrasinin ve toplumsal huzurun da temelidir. Bir kişiye yönelik iddiaların, mahkeme kararıyla sabit hâle gelmeden kamuoyunda kesin hükme bağlanması, yalnızca bireysel hakları değil, sistemin bütününü tehdit eder. Bu tehdit, son yıllarda yalnızca teorik değil, pratik düzlemde de görünür hâle gelmiştir.

Son dönemlerde, özellikle siyasi nitelikli soruşturmalar ve gözaltı süreçlerinde kamuoyunun ve sosyal medyanın takındığı tavır, hukuk sisteminin en temel ilkelerinden biri olan masumiyet karinesini ciddi biçimde tehdit etmektedir.

Bazı siyasi partilere mensup yerel yönetimlere yönelik yürütülen adli işlemler çerçevesinde, henüz bir mahkeme kararı bulunmaksızın kişiler hakkında kamuoyunda kesin yargılara varılması, bu hakkın pratikte giderek daha fazla ihlal edildiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Özellikle belirli siyasi çevrelere yakın kesimlerin bu süreci popülerleştiren söylemleri, toplum vicdanını etkilemekte; yargı süreci tamamlanmamış bireylerin suçlu ilan edilmesine zemin hazırlamaktadır. Oysa adalet, kamuoyunun değil, bağımsız ve tarafsız yargının kararıyla tecelli eder. Bu popülist söylemler, yalnızca birey haklarını değil; hukuk devleti ilkesinin kendisini de örselemektedir.

Sosyal medyada sıkça rastlanan “Zaten belliydi”, “Sıra buna da gelecek”, “Hesap verecekler”, “Bunlar hırsız” gibi ifadeler, yalnızca bir bireyi hedef almakla kalmaz; aynı zamanda toplumun adalet duygusunu da çarpıtır. Çünkü bu tür yargılar, iddianameyi dahi beklemeden hüküm vermeye meyyal bir zihniyetin ürünüdür. Oysa hukukun dili, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine dayanır. Kamuoyunun dili ise çoğu zaman duygular, siyasi eğilimler ve öfke üzerinden şekillenir.

Bir bireyin ancak suçluluğu yargı kararıyla kesinleştiğinde suçlu kabul edileceği ilkesi, modern hukuk sistemlerinin temel taşlarından biridir. Bu yalnızca anayasal bir güvence değil; insan onuruna saygının da doğal bir gereğidir. Eğer bu ilke görmezden gelinirse, yalnızca adil yargılanma hakkı değil; toplumsal vicdan da, hukuk düzenine duyulan güven de telafisi zor biçimde örselenmiş olur.

Çoğu kez göz ardı edilen bir gerçek şudur: Adaletin işleyişi yalnızca mahkeme salonlarında değil; sokaktaki insanın zihninde, gündelik dilde ve kolektif algıda biçimlenir. Henüz yargı önüne bile çıkmamış bir kişi hakkında kesin kanaatler oluşturmak, yalnızca bireyin değil, ailesinin, çevresinin ve toplumun genel adalet anlayışının da aşınmasına yol açar. O yüzden hukukun üstünlüğünü savunmak; popüler söylemlerden uzak durmayı, sabırla sonucu beklemeyi ve kararı yalnızca yargıya bırakmayı gerektirir.

Masumiyet karinesine sahip çıkmak, yalnızca bir bireyin değil, bir toplumun onuruna sahip çıkmaktır. Bu ilke yok sayıldığında, yargı öncesi linç kültürü kurumsallaşır ve hukuk yerini algı operasyonlarına bırakır. Oysa gerçek adalet, bağımsız ve tarafsız yargının hükmüyle sağlanabilir; kalabalıkların öfkesine teslim edilen hüküm, ne kadar yüksek sesle dile getirilirse getirilsin, hukuki geçerlilik taşımaz.

Masumiyet karinesi, ilk olarak 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nde tanımlanmış, ardından uluslararası hukuk metinlerine ve anayasal düzenlemelere taşınmıştır. Bu ilkeye göre bir birey, suçluluğu mahkeme kararıyla kesinleşinceye kadar suçsuz sayılır. Ancak bir hakkın metinlerde yer alması, onun hayatın içinde de korunacağı anlamına gelmez. Gerçek koruma, toplumun bilinç düzeyinde başlar.

Bu noktada özellikle medya organları ve sosyal medya kullanıcılarının sorumluluğu büyüktür. Bir başlık, bir paylaşım, bir cümle bile kamuoyunun kanaatini etkileyebilir. Ne yazık ki mahkeme kararı olmaksızın suçlu ilan edilen bireyler, geri dönülmesi güç manevi ve sosyal zararlara uğramakta; kişilik hakları ihlal edilmektedir. Bu ihlaller, yalnızca hukuki değil, vicdani ve ahlaki boyutlarıyla da toplumun ruhunu kemirmektedir.

Tarihsel olarak geriye dönüp baktığımızda, özellikle Orta Çağ’da adalet anlayışının ne kadar sakat ve birey onurunu hiçe sayan bir yapıda olduğunu görürüz. Suçlanan kişinin suçsuzluğunu ispatlamak zorunda olduğu, işkencelerin itiraf için sıradanlaştırıldığı dönemler, toplumların vicdanını kanatmış; bu da uzun vadede büyük hukuk devrimlerinin zeminini hazırlamıştır. Modern hukuk sistemleri bu acı deneyimlerin ardından inşa edilmiştir ve masumiyet karinesi bu kazanımların temelidir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, bu ilkeyi yalnızca ulusal değil, uluslararası koruma altına alarak bireylerin haklarını güvenceye almak istemiştir. Çünkü bu hak yalnızca bireyin değil; toplumun bir bütün olarak ahlaki duruşunun göstergesidir. Masumiyet karinesi; yargının güvenilirliğini, basının sorumluluğunu ve bireyin dokunulmaz onurunu aynı potada koruyan ortak bir bilinç seviyesidir.

Ancak günümüzde bu idealden hızla uzaklaşıyoruz. Dijital medyanın kontrolsüz yayılımı, bireyleri yargı süreci tamamlanmadan infaz etmeye meyilli bir kitlenin içine itmiştir. “Sanal linç” kültürü, hukuk devletini değil, duygu devletini doğurmuştur. Bu yalnızca hukuki değil; aynı zamanda sosyolojik ve etik bir erozyondur. Toplumun bir bireyi değil, insanlığını yargıladığı bir noktadayız.

Bu kültürel iklimin değişmesi için yalnızca hukukçulara değil; özellikle gazetecilere ve sosyal medya kullanıcılarına büyük görev düşmektedir. Haber dili, “lekelenmeme hakkı”nı gözetmeli; başlıklar itibarı yerle bir etme aracı olmamalıdır. Sosyal medya kullanıcıları da siyasi veya kişisel öfkeleriyle bireyleri mahkûm etmekten sakınmalıdır. Çünkü bugünün adaletsizliği, yarının aynasında bizim yüzümüz olabilir.

Masumiyet karinesi, yalnızca bir hukuk ilkesi değil; aynı zamanda insan onurunun, toplumsal barışın ve adaletin son kalesidir. Bu kaleye sahip çıkmak, sadece başkaları için değil; bizzat kendimiz, sevdiklerimiz ve geleceğimiz için bir görevdir.

Zira adalet, yalnızca mahkeme salonlarında değil; toplumun vicdanında, dilinde ve suskunluğunda tecelli eder. Masumiyet karinesini çiğnediğimiz her an, yalnızca bir bireyi değil, hep birlikte insanlığımızı yargısız infaz ederiz.

Ve unutulmamalı:
“Adalet bir gün herkese lazım olur… hatta onu dağıtanlara da.”

Yazarın Diğer Yazıları