Konuya nasıl başlasam bilmiyorum ya da bu akşamki hislerimi anlatmaya… Özenle, büyük bir çabayla ve masrafla bir dizi anma programı hazırlanmış, halkın takdirini ve övgüsünü kazanmış bir dizi organizasyon. Son programda, sahne alan sanatçı… Harika bir performansla izleyenlerinin beğenisini toplarken, fonda hareketli parçalar çalınıp söyleniyordu. Sonlara yaklaşırken, bir anda sahne önünde oynayan, sanatçının komutuyla tempo tutan vatandaşlar… Protokol şaşkınlıkla kendilerine bakıyor ve bir kaçı kısa süreli salondan çıkıp, tekrar geri dönüyor. Haklısınız, oynamak istemenizi de anlıyorum. Fakat orası eğlence mekânı değildi. Üstelik anılan merhumun yeğeni de oradaydı ve programın sonunu bekleyemeden salonu terk etmek zorunda kaldı ve tepkisini göstermiş oldu. Ben bir eleştirmen değilim, üstelik hiçbirimiz de kusursuz değiliz. Lakin hassasiyetlerimizi göz ardı etmeden, toplum ve kişi olarak çevremize karşı sorumluluklarımız vardır. Ölmüşlerimize saygı gibi. Evet, mezarlık selfiesi yanında bu ne ki dediğinizi duyar gibiyim. Ama bu program, ustaya saygıydı. Bunca çaba, zahmet tabii ki layık görüldüğü takdiri topladı. Fakat birçoğumuzun hafızasında da o fütursuz davranışlarda aklımızda. Her toplumun kendi kültürel yapısı, yazılı ve yazısız kuralları vardır kendi içinde. Toplumun çoban yıldızları âşıklar, şairler, başta güzel Türkçemizi, ana sütü gibi tertemiz yaşattıkları; ruh coşkunluğumuzu, sevgi bağlarımızı, geleneksel dünyamızı, hazır cevaplılığımızı, dürüstlüğümüzü, insani görevlerimizi, ahlaki olgunluğumuzu sanatlarıyla geniş kitlelere yansıttıkları için soylu kişilerdir. Birçoğu ebediyete intikal etmiş olsa da, bizlere bıraktıkları eserler ile yaşamaya devam etmektedirler. Zamana meydan okuyan değerlerimizi dünya döndükçe korumaya, yüceltmeye devam etmeliyiz. En azından saygıyla anmalı, anabilmeliyiz. Vefa sadece İstanbul’da bir semt adı olmasın.