Modern demokrasilerde siyasal çoğulculuk, çoğu zaman zenginlik olarak kabul edilir. Ancak bu çoğulculuğun yalnızca nicelikle tanımlanması, temsil gücü ve siyasal işlevsellik açısından önemli soru işaretleri yaratır.
Türkiye’de siyasi partilerin sayısı her yıl değişiyor; yeni partiler kuruluyor, bazıları ise sessizce siyasetin sahnesinden çekiliyor.
Ancak siyasette var olmak, sadece isim ve tabela sahibi olmakla mümkün değil; halkla bağ kurmak, örgütlenmeyi sürdürülebilir kılmak ve etkin olmak gerekiyor. Bu çerçevede, İçişleri Bakanlığı partilerin kuruluşunu ve faaliyetlerini resmi olarak takip ediyor…
Bu hareketlilik, yüzeyde canlı bir politik yaşamı ima ederken, derinlikte çok daha karmaşık bir tabloyu gözler önüne seriyor.
Zira siyasette varlık göstermek, yalnızca bir tabelaya isim yazmaktan ibaret değildir. Toplumla bağ kurmak, fikir üretmek, süreklilik göstermek ve örgütsel disiplinle sahada yer almak gerekir. Bu sürecin resmi takibini ise İçişleri Bakanlığı yürütür. Her yeni parti, kuruluş dilekçesini Bakanlığa sunarak resmen kayda geçer; sonrasında ise bu partilerin düzenli kongre yapıp yapmadığı, faaliyetlerini sürdürüp sürdürmediği denetlenir.
Burada “etkinlik”ten kasıt, sadece bir isim ya da logo taşımak değil; siyasi fikirlerini kamuoyuyla paylaşmaya devam eden, toplantılarını düzenli gerçekleştiren, yani gerçekten sahada var olan parti olmak. Ancak bu tanıma uyan her parti, seçimlere girme hakkına sahip değil.
Siyasi Partiler Kanunu’nun 36. maddesine göre, bir partinin seçimlere katılabilmesi için oy verme gününden en az altı ay önce 41 ilde teşkilatını kurmuş ve büyük kongresini tamamlamış olması gerekiyor. Ne var ki, etkin sayılan partilerin büyük bölümü bu kriterleri karşılayamıyor. İşte bu noktada, kamuoyunda “tabela partisi” olarak anılan yapılar ortaya çıkıyor: Ne seçmenle bağ kurabilmiş, ne de seçim yarışında yer alabilecek güçte olan partiler.
Oy pusulasında yer almak için ise Yüksek Seçim Kurulu’nun belirlediği koşulların yerine getirilmesi şart. Nihayetinde, genel seçimlerde %7 oy barajını aşabilen partiler, Meclis’te temsil hakkı kazanabiliyor.
Şubat 2025 itibarıyla Türkiye’de 167 siyasi parti etkin olarak kayıtlarda yer alıyor. Ancak bu partilerden sadece 38’i seçimlere girme yeterliliğine sahip. Bu tablo, siyasetin nicelikle değil, nitelikle anlam kazandığını bir kez daha gösteriyor.
Refahın zirvesindeki dedikleri Danimarka’da yalnızca 12 parti Meclis’te. Bizdeyse 167 parti “etkin” sayılıyor.
Refah düzeyi yüksek bir diğer ülkelerden Finlandiya’da ise 2025 itibarıyla 19 kayıtlı siyasi parti bulunmakla birlikte, parlamentoda temsil edilen parti sayısı 12’dir. Bu tablo, etkinlik ve işlevselliğin sayının önünde olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Siyaseti gerçekten mi seviyoruz, yoksa herkes kendince mecbur mu hissediyor?
Takdir sizlerin, karar sizin…