Bugünkü yazımda biraz nezaket üzerine konuşmak istiyorum, değerli okurlarım. Çünkü nezaket sadece kişisel bir meziyet değil, insan olmanın ve bir arada yaşamanın temel gereklerinden biridir. Bizler doğamız gereği toplu hâlde yaşarız ve bu ortak hayatın da kendine özgü bazı kuralları, incelikleri vardır.
Şimdiden söyleyeyim, belki okuyacaklarınızın bir kısmı size fazla sert ya da gereksiz gelebilir; hatta içinizden bana kızacak olanlar da olabilir. Ama aslında bunlar öyle büyük, karmaşık şeyler değil… Çok basit, ama bir o kadar da kıymetli davranışlar.
Çünkü toplum hayatında insanlar birbirlerinden samimiyet ya da dostluk değil, öncelikle terbiye, nezaket ve belirli sınır ve kurallara saygı beklerler.
Bir toplumun gerçek değeri, bireylerinin birbirine karşı sergilediği saygı, nezaket ve sorumluluk bilinciyle ölçülür. Nezaket ve görgü kuralları yalnızca sosyal yaşamı kolaylaştıran davranış kalıpları değil; aynı zamanda insan olmanın, başkasının varlığını gözetmenin ve topluma karşı vicdani bir sorumluluk taşımanın da ifadesidir.
Yazılı olmayan ama insan ruhuna kazınması gereken bu kurallar, bireyler arasında güveni ve huzuru inşa eder. Güçlü bir karakterin, erdemli bir duruşun ve vicdanlı bir toplumun temelini işte bu sessiz ama derin ilkeler oluşturur.
Nezaketi yalnızca bir kibarlık biçimi değil, ahlaki bir duruş olarak görmek; insan olmanın asıl kıymetini kavramaktır.
İnsan ilişkilerinde en temel sınavlardan biri, karşımızdaki kişiden bir şey isterken kullandığımız dildir. Emir kipleriyle, buyurgan ve üstten konuşmak yerine; nazik, anlayışlı ve rica temelli bir üslup, hem karşı tarafa duyduğumuz saygıyı gösterir hem de iletişimi insani kılar.
Aynı şekilde, toplu taşıma araçlarında yüksek sesle ya da bağırarak konuşmak, çevreyi rahatsız edecek şekilde davranmak; yalnızca görgü eksikliği değil, başkalarının varlığını yok sayan bir bencilliğin de göstergesidir.
Yine, kişisel temizliğe dikkat etmeden —örneğin, ter kokarak— toplu taşıma araçlarına binmek, başkalarının konforunu ve sağlığını umursamamak anlamına gelir.
Toplum içinde yayılarak oturmak, başkasına yer bırakmamak; kibirli bir alan işgali kadar, ortak yaşama dair sorumluluktan uzaklaşmaktır.
Sakız çiğneyerek ya da ağızda sigara ile konuşmak, karşısındaki kişinin sözünü sürekli kesmek, sohbet sırasında elindeki telefonla meşgul olup muhatabının yüzüne dahi bakmamak veya dinliyormuş gibi görünerek ilgisiz tavırlar sergilemek; yalnızca görgüsüzlük değil, aynı zamanda iletişimi değersizleştiren, muhataba yönelik açık bir saygısızlıktır.
Bir lokanta ya da kafede çalışan garsonlara karşı nazik olmak, sadece “iyi müşteri” olmanın değil, her mesleğe ve emekçiye duyulan saygının da bir gereğidir. Engelli bireylere öncelik tanımak, bir lütuf değil, bir insanlık borcudur. Çünkü medeni bir toplum, en zayıf halkasına gösterdiği özenle büyür. Yaşlılara yer göstermek, onların sözünü kesmeden dinlemek ve onlara saygı duymak; geçmişe, deneyime ve hayatın bize öğrettiklerine gösterilen hürmettir.
Bazen gelen bir telefon çağrısını görüp dönmemek, yazılmış bir notu yanıtsız bırakmak… Bunların hepsi insanın başkalarının duygularını görmezden gelmesidir. Oysa kimi zaman yalnızca birine geri dönüş yapmak bile, hem insanın kendi onurunu korumasına hem de karşısındakine kendini değerli hissettirmeye yeter. Basit bir refleks gibi görünse de, ardında karşısındakini önemseyen bir kalbin atışı vardır.
Nezaket ve görgü kuralları, yalnızca toplum içinde saygılı görünmenin değil, iç dünyamızdaki zarafetin dışa yansımasıdır. Bir başkasını fark etmek, onun varlığını dikkate almak, empatiyle hareket etmek… Tüm bunlar, insan olmanın sessiz ama güçlü göstergeleridir.
Nezaket, bir davranış biçiminden çok daha fazlasıdır. O, insan olmanın sessiz şiarıdır. Kendini ifade ederken başkasını incitmemeyi başaran, davranışlarıyla çevresine değer katan her birey; aslında topluma görünmez bir iyilik ağı örer. Küçük gibi görünen her nazik hareket, bir zincirin halkasıdır; o halkalar birleştiğinde, daha yaşanılır, daha insancıl bir dünya ortaya çıkar.
Toplum içinde sergilenen her davranış, aslında kişinin karakterine ve karşısındakine duyduğu saygıya dair sessiz birer tanıktır. Bir kamusal alanda yayılarak oturmak, başkalarının alanını işgal edercesine bacakları uzatmak ya da kol dayanaklarını sahiplenir gibi yayılmak; yalnızca görgü eksikliği değil, aynı zamanda empati yoksunluğudur.
Her bireyin ortak yaşam alanına hakkı olduğu unutulmamalı; başkalarının konforu da en az kendi konforumuz kadar gözetilmelidir. Aynı şekilde, kalabalıkta yüksek sesle telefonda konuşmak, toplu taşımada müzik dinlerken kulaklık kullanmamak ya da bir topluluk içinde kendini her şeyin merkezine koymak, başkalarının huzurunu hiçe sayan hoyrat bir davranış biçimidir.
Kamusal alanlara, “yalnız değilim” bilinciyle yaklaşmak; metroda, otobüste, bekleme salonlarında, plajlarda, hatta sokakta yürürken bile çevredeki insanlara saygı göstermek gerekir. Ayakta bekleyen yaşlıya yer vermemek, karşıdan gelen birine yol açmamak, sıraya kaynak yapmak ya da engelli bir bireyin önceliğini gasp etmek; bireyin yalnızca görgüsüzlüğünü değil, toplumsal sorumlulukla bağının da koptuğunu gösterir.
Malum, yaz geldi… Plajlarda şezlongları havlu ya da kişisel eşyalarla uzun saatler rezerve etmek, henüz gelmemiş birileri adına sandalye veya masa kapmak gibi tutumlar da bencilliğin ve başkalarını yok saymanın başka yüzüdür. Ortak kullanım alanlarında da empati ve adalet duygusu esas olmalıdır; herkesin eşit hakkı olan bir yerde yapılan bu tür küçük çıkar hesapları, toplumsal ahengi zedeler.
Nezaket, sadece kelimelerle değil; beden diliyle ve duruşla da hissedilir. Uzanarak, kabalaşarak, başkasının sınırlarını görmezden gelerek sergilenen her davranış; toplumu zedeleyen görünmez ama güçlü darbeler gibidir. Bu yüzden, kişinin bedeniyle kapladığı alan kadar, gönlüyle açtığı alan da önemlidir. Nazik bir birey, yalnızca konuşmasında değil; oturuşunda, bakışında, bekleyişinde ve susuşunda bile zarafet taşır.
Unutulmamalıdır ki; nezaket, güçsüzlüğün değil, yüksek bir karakterin, yüce bir bilincin göstergesidir. Herkesin bağırdığı bir dünyada usulca konuşmak, herkesin yayıldığı yerde toparlanmak, herkesin yok saydığı kişilere saygı göstermek… İşte asıl zarafet budur.
Kimi zaman bir anne, baba ya da kardeş…
Kimi zaman sevgili, dost ya da eş…
Kimi zaman bir patron, müdür ya da çalışan…
Kimi zaman bir sanatçı, oyuncu ya da izleyici…
Kimi zaman bir kedi, köpek ya da bir başka can…
Kimi zaman komşu, yol arkadaşı ya da belki bir yabancı…
Kimi zaman öğretmen ya da öğrenci…
Kimi zaman bir esnaf, satıcı ya da sıradan bir yolcu…
Hayat yolunda karşımıza çıkan herkes ve her şey, küçük ya da büyük bir ayna gibidir…
Kimi zaman renkli, kimi zaman siyah-beyaz…
Kimi zaman bulanık, kimi zaman berrak…
Ama her biri bize kendimizi, insan olmayı ve toplumsal zarafeti hatırlatır…
Saygı ve hürmetle.