Hepimizin hayatında sıkça kullandığı, belki de en çok ihtiyaç duyduğu ama en zor bulduğu kelimelerden biridir bu.
“Güvenebilirim sana.”
“Bana inan.”
“Dayanmak istiyorum.”
“Emin ol, benden sana zarar gelmez.”
“Güven bana.”
Ne çok söylüyoruz değil mi?
Ama gerçekten ne kadarını hissedebiliyoruz?
Günlük yaşamın koşuşturması içinde, birbirimize olan inancımız bazen o kadar kırılgan ki, bir bakışta yıkılıveriyor.
İnsan, en çok inandığı yerde hayal kırıklığına uğrayınca, dünyası sarsılıyor.
Çünkü bu duygu, sıradan bir his değil; insanın varoluşunun, ilişkilerinin temel direği.
Bu sabah, içimde bir hisle, biraz bu duyguya, bu sözcüğe değinmek istedim.
Bu kavram…
Ne kadar kısa ama ne kadar derin bir anlam taşır.
Söylenmesi kolaydır ama kurulması, inşa edilmesi bir ömür ister.
Oysa yıkılması için bazen tek bir söz, tek bir an, tek bir hayal kırıklığı yeterlidir.
Bu his, bir duygudan fazlasıdır. Bir bağ, bir inşa, bir sorumluluk, bir inançtır.
İçinde tutarlılık, sadakat, özveri ve samimiyet barındırır.
Sadece başkalarına yöneltilen bir his değildir; insanın önce kendine duyduğu inançtır asıl kök.
Kendine inanmayı başaramayan biri, başkalarına da inandırıcı olamaz.
Ve belki de en acısı: Kendine inancı olmayan birinin, kimseden destek beklemeye hakkı da yoktur.
İçinde yaşadığımız çağ, birey olmayı abarttı.
Sürekli kulağımıza fısıldanan hümanist sloganlar var:
“Kendini dinle”, “Kendine inan”, “Kalbinin sesini takip et”…
Ama kimse demiyor ki: “Sözünde dur”, “Yarı yolda bırakma”, “İnsana değer ver.”
Bu his, yalnızca duymakla olmaz.
Sadece istemekle kurulmaz.
Davranışla, sabırla, kararlılıkla yoğrulur.
İkili ilişkilerde, dostlukta, arkadaşlıkta, iş hayatında…
Temel taşlardan biridir.
Olmadığında başarı da sürdürülemez, sevgi de büyüyemez.
Bir insana inanıyorsanız onun yanında, arkasında ya da önünde değil; tam yanında durursunuz.
Ve inanmak, o kişiyi kendinizmiş gibi savunabilmektir.
Ama bu dünyada öyle insanlar vardır ki, geçmişte yarattıkları izleri silemeden
yeniden aynı inancı beklerler.
Dolambaçlı yollardan yürüyen, açık olmaktan kaçınan, sözünde durmayan kişilere karşı
içimizde oluşan kuşku, sezgiden öte bir iç bilgidir.
Ve hayır, insan bazı kapıları bir daha açmaz.
Çünkü bu duygu, tekrar tekrar harcanacak bir şey değildir.
O, tek kullanımlıktır.
Bu his aynı zamanda sadeliktir.
Gösterişsiz bir “ben buradayım” halidir.
Bir sırrı paylaştığınızda endişe duymamaktır.
Birlikte susabildiğiniz, aynı anda gülebildiğiniz, açıklama yapmadan da anlaşabildiğiniz kişilere duyulur.
Ve bana göre bu his… sarılmaktır, kucaklaşmaktır.
Fiziksel bir temas değildir bu, ruhsal bir yakınlıktır.
Sarılmak, kalbini bir başkasının ellerine teslim etmektir.
O ellerin seni bırakmayacağına inanmaktır.
O yüzden, bu duygu kolay kurulmaz.
Ve kaybedilince…
Geri getirmek için kurulan her cümle, artık biraz geç, biraz eksik, biraz boş kalır.
Kısacası…
Bu his, süslü cümlelerle, kelime oyunlarıyla, geçici vaatlerle kurulmaz.
Özünde dürüstlük olan sade bir duruşla, zaman içinde sessizce inşa edilir.
En önemlisi, bir kere yıkıldığında, ne kadar süslersen süsle, o boşluğu hiçbir kelime dolduramaz.