Son birkaç gündür, haber kanallarında kulaklarımıza çalınan bir ses var. Bu ses, aslında daha önce pek çok kez duyduğumuz bir tını, ancak bu defa biraz daha gürültülü, biraz daha yüksek perdeden… “Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ha! Lan ben milyar dolarlık adamım lan! Ben Türkiye’yi satın alırım! Bırak ulan bırak! Gel buraya lan!” Bu sözler, sadece bir anlık patlamalardan ibaret değil; adeta bir güç zehirlenmesinin, egonun ve sorumsuzluğun sesli bir şekilde dışa vurumudur. Peki, bu sesi kim söylüyor, kim dinliyor ve bu sesin ardında ne yatıyor? İşte sorunun asıl özü burada başlıyor.
Bugün, bu tür söylemleri o kadar sık duyuyoruz ki, neredeyse alıştık. Ne yazık ki, birilerine “kim olduğunu” hatırlatmanın ve sahip olduğu gücü zorla gösterme gerekliliği, insanlar arasında hiyerarşi yaratma arzusunun, özgür irade ve eşitlik gibi temel değerleri ne kadar geriye ittiğini unutur hale geldik. Bu tür bir dil, adeta “benim gücüm her şeyin önündedir” diyenlerin ellerinde var olmayı sürdürüyor. Bu söylemler, sadece zenginlikleriyle övünmeyi değil, aynı zamanda başkalarına “yerini” hatırlatmayı da içeriyor. Bizlere ise, bu güce karşı duramayacakmışız hissiyatı aşılanıyor.
Ancak, burada durmamız gereken bir soru var: Bu kadar güç gösterisi, sözü edilen milyar dolarlık paralar ve bu güçle elde edilen “etki”, tüm ahlaki soruları ve sorumlulukları göz ardı etmeyi gerektiriyor mu? Gerçekten de para, insanı insani değerlerden uzaklaştırabilir mi? Bir kişi, yalnızca para gücüyle “kim olduğunu” gösterebilir mi? Hakaret ederek, tehdit ederek, küçümseyerek bir yere gelebilir mi? Elbette hayır.
Ancak, bu tür sesler ve yaklaşımlar, bir toplumda hızla normalleşiyor. Pek çok insan, gördükleri her şeyi “güçlü” ve “haklı” olarak kabul etmeye zorlanıyor. Bu yaklaşımlar, toplumu huzurlu ve sağlıklı bir şekilde bir arada tutmaya çalışan tüm değerleri tehdit ediyor. Sonuçta, bir toplumda bireysel haklar, saygı ve eşitlik gibi değerler hızla yok olur. Ve işte bu noktada, “Benim kim olduğumu biliyor musun?” diyen her sesin, bir sonraki sesi hazırlamasına izin vermiş olduğunuz aşikâr.
Bütün bu zehirlenmeler yaşanırken sormadan edemiyorum: Güç, başkalarına hakaret ederek, tehdit ederek ve küçümseyerek meşruiyet kazanabilir mi? Zenginlik veya güç, insanları birbirlerine saygılı ve nazik bir şekilde yaklaşmaya zorlayamaz. Gerçek güç, insanın içindeki ahlaki değerlerde ve diğerlerine duyduğu saygıdaki derinlikte yatar. Eğer bu değerler yoksa, geriye kalan her şey sadece bir yanılsamadan ibaret kalır.
O zaman soralım: Hangi değerleri savunuyoruz? Hangi toplumsal yapıya sahip olmayı hedefliyoruz? Güçlü olmak, sadece kuvvet kullanmak mıdır, yoksa insan olmanın erdemli yanlarını ortaya koyabilmek midir? Her birimiz, toplumda değerlerimizi ne kadar savunuyoruz ve bu sesler, toplumumuzun hangi yönlerini şekillendiriyor? Bir an için durup düşünmeliyiz: Bu gürültüde kaybolan ne kadar değer var?