Bugün, düşünsel bağlamı oldukça güçlü bir ifade okudum:
“Yaş belirleyici değildir; belirleyici olan, yaşamın gerçeklerine deneyimli bir acımasızlıkla bakabilmek, bu gerçekleri göğüsleyebilmek ve onlarla kendi içimize boy ölçüşebilmektir.”
Bir cümle bu kadar mı düşündürür insanı? Çünkü bazen yaş aldığımızı zannederiz, oysa yaş sadece takvimde ilerlerken biz yerimizde sayıyoruzdur. Zaman geçer ama içimizde ne değişmiştir? Ne fark etmiş, neyle yüzleşmişizdir?
Bu söz, kişinin toplumsal konumunu yalnızca biyolojik yaşına göre değil, yaşamsal deneyimlere verdiği tepki, yüzleşme kapasitesi ve öz-farkındalık düzeyi üzerinden tanımlamamız gerektiğini işaret ediyor.
Peki insan bir ömrü boyunca ne biriktirir? Fotoğraflar mı?
Eşyalar mı?
Yoksa hiç kimsenin göremediği içsel dönüşümler mi?
Hangi kelimeleri unuturuz bilinçli olarak, hangi yüzleri hafızadan silmeye çalışırız?
Hayatın hangi kıyısına neyi bıraktık biz?
Bir çocuğun gülüşünü mü?
Bir pişmanlığı mı? Belki de tamamlanmamış bir cümleyi…
Yirmi yaşında yaşadıklarıyla altmış yaşında edinilen deneyim arasında niceliksel değil, niteliksel bir içselleştirme farkı vardır. Bazıları genç yaşta travmatik ya da dönüştürücü deneyimlere maruz kaldığında, gerçekliğiyle daha erken yüzleşir; bu da onları toplumsal davranışlarda “yaşından büyük” ya da “olgun” olarak gösterir.
Yaş, teknik anlamda doğumdan itibaren geçen süreyi ifade eder. Ancak sosyolojik açıdan, yaşam deneyimleriyle kazanılan toplumsal rollerle anlam kazanır. Burada kronolojik yaştan çok, yaşanan olaylarla kurulan ilişki ve bunların içselleştirilip anlamlandırılması önem taşır.
Bu yaklaşım, insan varoluşunun biyolojik ölçümlerin ötesinde, ruhsal ve zihinsel gelişimle, içsel evrimle değerlendirilebileceğini ortaya koyar. Yaş, yalnızca sayısal bir değer değil; kişinin hayat karşısındaki duruşunun, anlamlandırma biçiminin ve deneyimlerle kurduğu ilişkinin toplamıdır.
Düşünelim: İnsan ömrü boyunca hangi deneyimleri biriktirir? Sadece anılar mı? Yoksa yaşadıklarının kendisiyle, çevresiyle ve evrenle kurduğu ilişkiler yoluyla şekillenen bilgelik mi? Biriktirilen yalnızca geçmişe ait imgeler değil, onlarla birlikte taşınan duygular, sorgulamalar ve anlamlardır.
Kronolojik yaş, zamanın sayısal ifadesidir. Ancak psikolojik, sosyal ve kültürel bağlamda yaş çok daha derindir. Bazıları genç yaşta derin ve zorlayıcı deneyimlerle ruhen yaş alır; bazılarıysa yıllar geçse de iç dünyasında değişim yaşamaz. Burada önemli olan, “yaş almak” denen süreçtir; kişinin hayatın gerçeklerine yüzleşip onları anlamlandırması ve içsel evrimini sürdürmesidir.
Yaş almak, sadece geçen zaman değil; bilinçli bir tercih ve mücadeledir. Yaşanmışlıkları biriktirmek değil, onlarla yüzleşmek, sindirmek ve hayatı yeniden şekillendirmek anlamına gelir. Bu yüzleşme çoğu zaman acı verici ve zordur. İşte “deneyimli bir acımasızlıkla bakabilmek” ifadesi tam burada anlam kazanır. Çünkü hayat çoğunlukla idealize edildiği gibi değildir; gerçekler serttir ve onları kabul etmek cesaret ister.
Gerçek olgunluk, kendimizle yaptığımız yüzleşmenin derinliğiyle ölçülür. Hatalarımızı görmek, korkularımız ve zaaflarımızla hesaplaşmak bu sürecin temel taşlarıdır. Kendi içimize boy ölçüşmek; yüzeyde kalmayıp derinlere inmek, en karanlık yönlerimizi dahi açıkça görmek demektir.
Toplumun yaşa yüklediği anlam ve beklentiler çoğunlukla bu gerçekliği gölgede bırakır. İnsanlar yaşlarını bir statü göstergesi olarak algılar. Oysa gerçek yaşamda yaş, olgunluk veya bilgelikle eş anlamlı değildir. Bu ayrımı yapmak, bireysel ve toplumsal sağlık açısından hayati önem taşır.
Yaşam deneyimlerimizi derinlemesine incelediğimizde, yaşın yükü ya da özgürlüğünün aslında neyle yüzleştiğimiz ve neyi geride bıraktığımızla doğrudan bağlantılı olduğunu fark ederiz. Yaş, dışsal bir gösterge olmaktan çıkar; içsel bir yolculuğun simgesi olur.
Bu yolculukta insan, geçmişin yüklerinden kurtulmayı, hatalarından ders çıkarmayı, pişmanlıklarını kabullenmeyi öğrenir. Bu süreç insana gerçek bir derinlik, ağırlık ve olgunluk kazandırır.
Hayatı sadece yaşamak değil, onu anlamak ve anlamlandırmak asıl olanıdır. Bu yüzden gerçek yaş, kimlik kartındaki rakamlarda değil; neyi göze aldığı, hangi zorluklarla yüzleştiği ve hangi acıları sindirdiğinde saklıdır.
Zamanla herkes şu soruyu sormalıdır: “Gerçekten yaşadım mı, yoksa sadece zaman mı geçti üzerimden?” Çünkü bu soru, hayata dair tüm soruların anahtarıdır.
Özetle, yaş almak bir süreçtir. Bu süreçte kişi, sadece yılların artışını değil, bilgelik, anlayış, sabır ve olgunluk gibi içsel nitelikleri kazanır. Öğrenmek, sorgulamak ve öğrendiklerini paylaşmak bu yolculuğun vazgeçilmez parçalarıdır.
Yaşamınızda bu zenginliği taşıyorsanız, zamanı aşmış, gerçek anlamda yaşamış ve yaşlanmış sayılırsınız.
Kısaca, yaş almak, yalnızca geçen yılların değil; öğrencilikten öğreticiliğe uzanan bir bilgelik yolculuğudur. Öğrenmeye devam edip öğrendiklerinizi paylaşabildiğiniz sürece, siz zamanı aşanlardansınız.