Son zamanlarda iktidarın sokak hayvanlarına yönelik politikaları üzerine birçok tartışma yaşanıyor. Bu politikaların gerçek sebeplerini tam olarak bilmek zor; ancak farklı yaşam biçimlerine müdahale ederek destekçilerini motive etme, muhalefet belediyelerini zora sokma ve yokluk-yoksulluk meselelerinin tartışılmasını önleme gibi sebepler öne sürülüyor. Muhtemelen bu sebeplerin hepsi birden geçerli olabilir. Yine de bu politikaların ardındaki mantığı tam anlamıyla kavramak güç. Nihayetinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) yapılan uzun görüşmeler ve protestoların ardından, sokak hayvanlarını koruma düzenlemelerini içeren 17 maddelik teklif yasalaştı. Temsil ettikleri halkın beklentilerini ve değerlerini çok iyi bilen milletvekilleri ve bakanlar, bu süreçte çeşitli pozisyonlar aldı. Bir yanda kanun teklifinden “ötenazi” kelimesinin çıkarılması olumlu bir gelişme olarak görülse de, muhalefet partileri bu değişikliğin yeterli olmadığını ve yasanın muğlak olduğunu belirtti. Diğer yanda ise iktidar partisi mensupları bu eleştirilere karşı çıkarak düzenlemeyi savundu.
594 milletvekilinden 500’ünün katıldığı oylamada, 275 milletvekili teklifi kabul ederken, 224 milletvekili ret oyu verdi ve bir milletvekili çekimser kaldı. Meclis tatile girdi. Biraz geriye gittiğimizde bu durumun benzerini Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, özellikle II. Mahmut zamanında da görüyoruz. İstanbul’un sokak köpeklerinden kurtulma girişimleri o zamandan başlamıştır. II. Mahmut zamanında, İstanbul’un sokak köpeklerinin adalara sürülmesi ve öldürülmesi gibi yöntemlerle sokakların köpeklerden arındırılması hedeflenmiştir.
Aynı Osmanlı İmparatorluğu döneminde sokak köpeklerine ve kedilere gösterilen özen ve sevgi, Batılı seyyahların dikkatini çekmiş ve hayranlıkla anlatılmıştır. Bu kültürel miras, günümüz İstanbul’unda da devam etti; insanlar sokak hayvanlarına yiyecek ve su sağladı, onlar için barınaklar inşa etti ve zaman zaman sağlık kontrollerini yaptırdı. Tarihin neredeyse her döneminde İstanbul bir köpek, kedi, kuş şehridir. Şehr-i İstanbul demek insan balık, kuşlar, martılar, köpekler, balıkçılar iç içedir; hayvanları sevmeyenler hiç mi hiç insan sevmez mantığı bu kadim şehirde yıllar boyunca devam etmekteydi. Ancak, son yıllarda hayvanlarla ilgili çıkarılan yasalar ve yönetmelikler, bu köklü gelenekleri tehdit eder duruma getirdi. Özellikle sokak hayvanları konusunda alınan sert önlemler ve hayvan haklarına yönelik ihmaller, toplumda büyük bir endişe ve tepki yarattı. Yeni yasaların temelinde, hayvanların tehlike arz ettiği iddiaları yer almakta. Evet, bazı durumlarda sokak hayvanları tehlikeli olabilir, ancak bu durumun önüne geçmenin yolu onları öldürmek ya da toplu şekilde barınaklara kapatmak değil. Tam aksine sahipsiz hayvan popülasyonundaki artışın sebepleri Hayvanları Koruma Kanunu’ndaki gerekliliğin yerine getirilmemesinden kaynaklıdır. Seçimden seçime hatırlanan hayvan hakları aslında bu kadar basitken; yerel yönetimlerle birlikte sahipsiz hayvanlar için bakımevleri, tedavi, rehabilitasyon ve kısırlaştırmak gibi önlemlerin yerine şimdi oturmuş tasarıda tartışılan ötenazi işlemini ağrısız sızısız ölümü konuşur olmazdık. Ne yazık ki, bu yasalar hayvanların sistematik bir şekilde toplanmasını ve bazen acımasızca öldürülmesini meşrulaştırmaktadır.
Bu noktada en azından inanç sahibi olarak, Allah’ın yarattığı her şeyin bir amacı, güzelliği ve hikmetinin olduğuna inanmamız gerekmiyor mu? Köpekler de bu kapsamda, kendilerine özgü özellikleri ve faydaları olan hayvanlardır. Hele ki eğitildiklerinde kadavra köpeği gibi önemli görevler üstlenirler. Kutsal kitabımız Kur’an’da dahi köpeklerin yetenekleri örnek gösterilmiştir (Maide: 4) ve Ashab-ı Kehf’in sadık köpeği Kıtmir’den övgüyle bahsedilmiştir. Bu ayette ayrıca, eğitim almayan ve kendini geliştirmeyen insanların değersizliğine de dikkat çekilmektedir.
Yazımın başında da bahsettiğim gibi, bir zamanlar bu topraklarda köpekler, kediler, kuşlar ve insanlar birlikte mutlu yaşarlardı. İstanbul’un sokakları, parkları ve sahil kenarları; hayvanların ve insanların barış içinde bir arada yaşadığı, sevgi dolu anılarla doluydu. Bu şehirde doğup büyüyen nesiller, hayvanlarla kurdukları güçlü bağlarla yetişti.
İstanbul’un sevgisi ve şefkatiyle bilinen sokak hayvanlarına karşı bu yeni tutum, şehrin ruhunu zedelemekte ve toplumda derin yaralar açmaktadır. Özellikle çocuklarımız, bu durumu anlamakta zorlanıyor ve hayvanlarla kurdukları bağlar kopma noktasına geliyor. Onlara bir zamanlar sokaklarda özgürce dolaşan köpeklerin ve kedilerin hikayelerini anlatmak zorunda kalmak, bu acımasız gerçeklerle yüzleşmek demektir.
Bu noktada, bizlere düşen görev, çocuklarımıza hayvan sevgisini aşılamaya devam etmek ve onların bu konuda bilinçli bireyler olarak yetişmesini sağlamak, bu sevgi dolu mirası korumak ve geleceğe taşımak, hepimizin sorumluluğudur.
Dolayısıyla, İstanbul’un sevgi dolu imajını ve hayvanlarla barış içinde yaşama kültürünü korumak için yasaların yeniden gözden geçirilmesi ve daha insancıl politikaların benimsenmesi şarttır. Aksi takdirde, çocuklarımıza anlatmak zorunda kalacağımız hikayeler, güzel anılar yerine hüzün ve hayal kırıklığı dolu olacaktır.
İstanbul aşığı Sait Faik’in “Fındık” öyküsü, bizlere hayvan hakları ve toplumun vicdan düşüncelerini daha iyi anlamak için yazılmıştır sanki.
Öykünün başkahramanlarından biri olan Köpek Fındık, şehirde yaşayan sokak köpeklerinden biridir. Şehir yönetimi, sokak köpeklerinin çoğalmasını önlemek amacıyla bir karar alır ve tüm sokak köpeklerinin zehirlenerek öldürülmesine karar verir. Bu görevi gerçekleştirmek üzere Zehirci adında, kravatlı bir memur görevlendirilir. Zehirci, kanunun gereğini yerine getirmek için sokaklarda köpek avına çıkar.
Öykünün diğer kahramanı olan Çöpçü Mehmet ise yoksul bir temizlik işçisidir. Zehirci’nin teklif ettiği işi ve parayı reddederek köpekleri öldürmeyi kabul etmez. Mehmet, işsizlik ve fakirlik içinde olmasına rağmen vicdanını dinler ve cellatlığı reddeder. Mehmet’in bu tutumu, kanunun amacını sorgulamasına ve köpek kıyımına karşı bir duruş sergilemesine neden olur.
Diyeceğim o ki, bir grup yetişkin oturmuş, sokak köpeklerini nasıl öldüreceklerini konuşuyor. Sokak hayvanlarını korumayan, denetlemeyen ve görevini yapmayanlar, şimdi tüm bu sorumluluklarını bir kenara bırakmış, çocuklara, kadınlara ve hayvanlara taciz ve tecavüz edenlere gereken cezayı vermek yerine, bir ölüm yasası önerisiyle karşımıza çıkmışlar.
Bu durumu özetleyecek olursak: Ya Çöpçü Mehmet’in safında yer alacağız hayatta, ya da Zehirci’nin.
Saygıyla,
Nevin Özbar