Her yaz aynı manzarayla karşılaşıyoruz: Alev alev yanan ormanlar, dumanla kaplı gökyüzü, gözyaşına karışan is kokusu… Bu yıl da farklı olmadı. Yine ormanlarımız yandı. Ama yalnızca ormanlar mıydı kaybettiğimiz?
Toprağın hafızasında derin izler bırakan her yangın, sadece ağaçları değil; yaşamı, emeği, umudu ve vicdanı da kavuruyor. Türkiye’nin en kıymetli doğal varlıkları olan ormanlar, yıllardır türlü tehditlerle karşı karşıya. Zararlı böceklerden daha yıkıcı olanı ise insan eliyle gerçekleşen tahribat: Kontrolsüz kentleşme, sanayileşme, tarım alanlarının daralması, plansız müdahaleler ve yeşile duyulan saygının giderek azalması. Bu hoyratlık, ormanların sadece sınırlarını değil, varlığını da tehdit eder hâle geldi. Bir zamanlar yeşilliklerle kaplı olan alanlar, bugün makiliğe, bozkıra, çöle dönüştü.
Ve yangınlar… Her yıl ortalama 2.000’in üzerinde orman yangını meydana geliyor ülkemizde. Coğrafyamızın doğal yapısı, iklimin etkisi, insan davranışlarının sorumsuzluğu ile birleşince, ortaya geri dönülmesi on yıllar sürecek kayıplar çıkıyor. Yanan yalnızca yeşil örtü olmuyor; ekolojik denge, canlı yaşamı, biyoçeşitlilik ve insan hayatı da bu yok oluşa dâhil oluyor.
Bu yıl da ateş adeta şehir şehir dolaştı. İzmir, Kemalpaşa, Karaağaç… Ardından İçel, Silifke, Anamur… Antalya’nın Manavgat’ı, Gündoğmuş’u, Alanya’sı, Korkuteli’si… Muğla, Fethiye, Köyceğiz, Aydın, Karacasu… Manisa, Balıkesir, Dursunbey, Bandırma… Adana’nın Kadirli’si, Kozan’ı… Eskişehir ve Seyitgazi… Velhasıl yedi iklim dört bucakta bir memleket yanıyordu.
Ama en çok içimiz yandı. Çünkü kayıplar bu kez yalnızca ormanla sınırlı kalmadı. 22 Temmuz 2025 günü, Eskişehir’in Seyitgazi ilçesinde başlayan ve Afyonkarahisar’ın İhsaniye ilçesine sıçrayan büyük yangında, 5 orman işçisi ve 5 AKUT gönüllüsü hayatını kaybetti. Alevlerin arasına cesaretle yürüyen bu on insan, görev bilinciyle, doğayı koruma sorumluluğuyla harekete geçmişti. Rüzgârın yön değiştirmesiyle alevlerin ortasında kaldılar ve geri dönemediler.
Hayatlarını kaybeden bu kahramanlara Allah’tan rahmet diliyoruz. Mekânları cennet olsun. Ancak artık başsağlığı dilemek yetmiyor. Çünkü her felaket, yalnızca bir yas değil, aynı zamanda bir uyarıdır. 2025 yılındayız. Teknoloji, bilgi, iletişim bu denli gelişmişken; hâlâ bu kadar büyük acılar yaşanıyorsa, bunun nedeni eksik teknoloji değil, eksik hazırlık ve dağınık koordinasyondur. Dahası, ihmaller zinciri ve içselleştirilmeyen bir doğa bilincidir.
Sorulması gereken sorular ortada: Kaç bölgemiz afet planına sahiptir? Kaç tatbikat yapıldı bu yıl? Kaç gönüllü eğitim aldı? Kaç helikopter anında müdahaleye hazırdı? Bu soruların cevabı, yalnızca resmi kurumların değil, toplum olarak hepimizin sorumluluğudur.
Ancak burada altı özellikle çizilmesi gereken bir gerçek var: Bu soruların ilk muhatabı devlettir. Orman teşkilatları, valilikler, bakanlıklar ve yerel yönetimler; sadece müdahale eden değil, önleyici tedbirleri zamanında alan ve tüm hazırlıkları denetleyen merci olmalıdır. Çünkü afet, önceden haber vermez. Müdahale ise hazırlıkla mümkündür. O hazırlık yoksa, her kıvılcım bir felakete dönüşebilir.
Plansızlık, duyarsızlık ve ihmal birleşti… Nitekim, o hoyratlık sonuçsuz kalmadı; yeşil, külle yer değiştirdi. 10 vatandaşımız, alevlerin içinde hayatlarını kaybetti.
Yangınların bıraktığı yıkım yalnızca doğada değil, evlerde, sokaklarda, hayatların içinde de yankılanıyor. Alevlerin sardığı köy evlerinin görüntüsü hâlâ gözlerimizin önünde. Bir zamanlar çocukların şen kahkahalarıyla sallandığı salıncak şimdi boşluğa savruluyor. Bir yaz boyunca emek verilen konserveler, kavanozlar, bahçelerdeki mahsuller – hepsi taş gibi yanmış, kül olmuş. Kimi cam kavanozlar parçalanmış, kimi içindekilerle birlikte yok olmuş. Geriye kalan yalnızca kara bir is tabakası ve sessizlik.
Ve o sessizlik… İçinde çığlık barındıran bir suskunluk. Çünkü hep aynı şey oluyor: Yangın çıkıyor, insanlar ölüyor, birkaç gün başsağlığı mesajları paylaşılıyor, sonra her şey unutuluyor. Oysa unutulmaması gereken bir gerçek var: Bu yangınlar kader değil! Büyük çoğunluğu insan kaynaklı. Bir sigara izmariti, cam kırığı, söndürülmemiş bir mangal ateşi; bazen de kasıt, bazen de sorumsuz bir ihmal…
Doğayı korumak yalnızca kurumların değil, bireylerin de görevidir. Orman, hepimizin ortak evidir. O evi korumak, yalnızca afet anlarında değil, her gün hatırlanması gereken bir sorumluluktur. Bugün kaybettiğimiz o on kahraman, yalnızca ağaçları değil; bizlerin vicdanını, insanlığını ve farkındalığını ayakta tutmaya çalışıyordu. Onlara olan borcumuz, sadece isimlerini törenlerde yaşatmakla sınırlı kalmamalıdır. Asıl borcumuz, bu acılardan ders çıkarmak, sorumluluğu içselleştirmek ve doğaya karşı olan tutumumuzu kökten değiştirmektir.
Bu yangınların vebali yalnızca alevi yakan elde değil; önlemi almayan, uyarıyı dikkate almayan, suskun kalan herkesin omzundadır. Tabiatın kudreti karşısında insanın çaresizliği bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Ancak bu çaresizlik kalıcı olmak zorunda değil. Bilgiyle, iradeyle, ortak sorumlulukla önüne geçilebilir.
Bu yıl alevler yalnızca ormanı değil, hayatın ta kendisini sardı.
O alevlerin içinde sadece ağaçlar yoktu.
Bir ülkenin ciğeriyle birlikte, kaç annenin kalbi yandı, kaç çocuğun hayalleri kül oldu?
Nice kadın eşsiz, nice çocuk babasız kaldı.
Ormanda yaşayan yüzlerce canlı, yuvasını, yaşamını kaybetti.
Bu yangın, yalnızca doğayı değil, topyekûn hayatı hedef aldı.
Ve biz, bu yangınların külleri arasından daha bilinçli, daha sorumlu ve daha hazırlıklı bireyler olarak çıkmak zorundayız. Aksi hâlde, her yaz aynı acıyı yeniden yaşar, her yaz yeniden yanarız.
Yeşili korurken can veren o on güzel insanın anısına sonsuz saygıyla…