aohbet islami chat omegla türk sohbet cinsel sohbet dini chat ref: refs/heads/v3.0
enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhphaberyerel haberibbkartal belediyesituzla belediyesidilovası belediyesipendik belediyesimaltepe belediyesiuğurmumcugökhan yükselimamoğluşadi yazıcı
DOLAR
41,9683
EURO
48,7440
ALTIN
5.567,31
BIST
10.467,20
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Perşembe Hafif Yağmurlu
21°C
Cuma Parçalı Bulutlu
24°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
20°C
Pazar Çok Bulutlu
21°C

Nevin Özbar

nevinozbar12@gmail.com

Sığınaklar Yeterli mi? Kriz Anında Ne Yapacağız?

22.10.2025 01:59
A+
A-

İnsanoğlu, varoluşundan bu yana hayatta kalma içgüdüsüyle hareket etmiş; önce doğayla uyum içinde yaşamayı, ardından onu dönüştürerek güvenliğini sağlayacak barınaklar inşa etmeyi öğrenmiştir. Yalnızca beslenme veya korunma değil, güvenlik, aidiyet ve süreklilik duygusu da barınma ihtiyacının temel taşlarını oluşturmuştur. Bu arayış, insanı önce doğanın bağrındaki mağaralara yönlendirmiş, ilk yuvalarını ve savunma hatlarını burada kurmuştur.

Zaman ilerledikçe insan, doğaya sığınmakla yetinmeyip onu şekillendirerek kendi güvenlik anlayışına uygun yapılar inşa etmeye başlamıştır. Özellikle yerleşik hayata geçişle birlikte, konutlar yalnızca yaşam alanı değil, tehlikelere karşı korunma mekânı hâline gelmiştir. Çatalhöyük’te kerpiç malzemeyle inşa edilen evlerde pencerelerin olmaması ve girişlerin çatıdan verilmesi, güvenlik temelli tasarım anlayışının en erken örneklerinden biridir. Aynı dönemde yeraltı yerleşimlerinde ortaya çıkan duvar resimleri, sadece günlük yaşamın değil, aynı zamanda geleceğe dair uyarı ve bilgi sistemlerinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. İnsanlığın ilk “görsel hafızası” bu resimlerle doğayla olan mücadelesini ve adaptasyon becerisini belgeler.

Modern çağda tehditler evrim geçirmiştir. II. Dünya Savaşı ve sonrasında nükleer tehdit, şehir planlamasını, mimariyi ve bireysel yaşam alanlarını şekillendirmiştir. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları, görünmez radyasyon dalgalarına karşı savunma gerekliliğini gündeme getirmiştir. İşte bu dönemde, nükleer saldırılara dayanıklı sığınaklar inşa edilmeye başlanmıştır. İsviçre, 1960’lardan itibaren “her vatandaşa bir sığınak” politikası ile ülke genelinde nüfusun ihtiyaçlarına uygun altyapıyı oluşturmuştur. Bugün İsviçre’de nüfustan fazla sığınak kapasitesi bulunmakta, her ev, apartman ve kamu binası sığınak sistemine entegre edilmektedir. ABD ve Almanya’da ise Soğuk Savaş döneminde sığınak yapımı ciddi biçimde teşvik edilmiş, metro sistemleri ve eğitim programlarıyla halk savunmaya hazırlıklı hâle getirilmiştir.

Peki Türkiye’de durum nedir?

Tüm dünyada nükleer tehdit ihtimaline karşı stratejik sığınaklar yapılırken, Türkiye’de bu alandaki gelişmeler oldukça sınırlıdır. 1950’lerden itibaren Türkiye, NATO üyesi olması nedeniyle potansiyel hedef ülkeler arasında yer almasına rağmen, sığınak altyapısı genellikle kamu binaları, belediye yapıları ve bazı özel sitelerle sınırlı kalmıştır. Türkiye’de sığınaklarla ilgili ilk kapsamlı düzenleme 1990 tarihli “Sığınak Yönetmeliği” ile yapılmış, ancak bu yönetmelik çoğunlukla doğal afetler ve konvansiyonel savaş koşullarına odaklanmıştır. Nükleer, biyolojik ve kimyasal (NBC) tehditlere karşı tasarlanmış sığınak sayısı son derece azdır.

Mevcut sığınaklar çoğunlukla okul bodrumları, belediye binaları veya apartman alt katlarında bulunan bölmelerden ibarettir. Ancak günümüzde bu alanlar çoğunlukla depo, arşiv veya otopark olarak kullanılmakta, halk tarafından gerçek işlevleri bilinmemektedir. Resmî verilere göre Türkiye’de yaklaşık 2.500 kayıtlı sığınak bulunmakta, ancak yalnızca %10’u NBC saldırılara karşı yeterli koruma sağlayabilir. Büyükşehirlerde sığınak sayısı nüfusa oranla ciddi biçimde yetersizdir; mevcut yapılar güncellenmemiş, bakımsız veya farklı amaçlarla kullanılmaktadır.

Özellikle İstanbul gibi metropollerde çoğu insan en yakın sığınağın yerini bilmemekte, bazı sığınaklar depo, arşiv veya otopark olarak kullanılmaktadır. Sığınak tabelalarının silinmiş olması veya hiç yerleştirilmemiş olması da yönlendirme açısından ciddi bir sorun yaratmaktadır. Bu durum, sadece bireyleri değil, okul öğrencilerini, kamu çalışanlarını ve yerel yönetimlerin etkin hareket etmesini de etkileyen bir eksikliktir.

2011 Van Depremi sonrası sığınak konusu yeniden gündeme gelmiş, ancak tartışmalar çoğunlukla doğal afet odaklı kalmış, kimyasal ve nükleer tehditler için kapsamlı bir politika geliştirilememiştir. Ukrayna-Rusya savaşıyla artan nükleer risk, pek çok ülkede sistemlerin gözden geçirilmesini sağlarken, Türkiye’de somut adımların atıldığına dair güçlü göstergeler maalesef bulunmamaktadır.

Olası bir savaş veya büyük ölçekli saldırı durumunda, sivillerin korunabileceği, basınca dayanıklı ve temiz hava filtrasyon sistemleriyle donatılmış modern sığınaklara duyulan ihtiyaç açıktır. Ancak mevzuat eksiklikleri, uygulamadaki keyfiyet ve halkın yeterince bilgilendirilmemesi, bu ihtiyacın karşılanmasını zorlaştırmaktadır.

On yıllardır açılmamış, havası değişmemiş ve temel yaşam malzemeleri bulunmayan sığınaklar hâlâ varlığını sürdürmektedir; bu da olası bir kriz anında faydadan çok zarar getirebilir. Deprem gibi doğal afetler için zaman zaman tatbikatlar yapılırken, nükleer, kimyasal veya biyolojik tehditlere karşı sığınak kullanımına dair kapsamlı tatbikatlar henüz uygulanmamaktadır. Bu durum, kriz anında halkın ne yapacağını bilmemesi ve sığınakların etkin kullanılmaması riskini artırmaktadır.

Mevcut durumun en somut örneği olarak, bulunduğum bölgede deprem tatbikatları zaman zaman yapılmasına rağmen, ne okullarda ne de kamu binalarında nükleer, kimyasal veya biyolojik tehditlere yönelik bir tatbikata bugüne kadar hiç şahit olmadım. Ayrıca, İstanbul’un çeşitli bölgelerinde dolaşırken sığınak tabelalarına da hiç rastlamadım; bu durum, kriz anında yönlendirme eksikliğinin ve halkın bilinçlendirilmemesinin açık bir göstergesidir.

Özellikle okullarda, öğrencilerin sığınak bilinci kazanması ve düzenli tatbikatlarla hayati bilgiler öğrenmesi gerekir. Kamu çalışanlarının ve belediye personelinin de benzer şekilde düzenli tatbikat ve eğitimlerle kriz yönetimi konusunda hazırlıklı olması şarttır. Toplumsal farkındalık ve disiplinli eğitim, bir felaket anında kaosu önleyecek en güçlü araçtır.

Elbette, böyle saldırıların yaşanmamasını isteriz; ancak günümüz dünyasında teknolojik silahların kullanımı her geçen gün artmaktadır. Halkın korunması ve sığınakların etkin hâle getirilmesi artık bir zorunluluktur. Olası krizler için hem altyapının hazırlanması hem de toplumun bilinçlendirilmesi, ulusal güvenliğin temel taşlarından biridir.

Tüm bu gerçekler ışığında, sığınak meselesi sadece bir inşaat veya mevzuat konusu değil, ulusal güvenlik ve sivil savunma stratejisidir. Gelecekteki tehditlere karşı hazır olmak için yalnızca geçmişin deneyimlerine yaslanmak yeterli değildir. Devlet kurumları, belediyeler, okullar, kamu çalışanları ve halk, çağın gerekliliklerine uygun, erişilebilir ve güvenli sığınakları birlikte hayata geçirmelidir.

Sığınak konusu artık bir lüks değil; ulusal güvenlik, kamu sağlığı ve toplumsal farkındalık meselesidir. Kimyasal sızıntılar, endüstriyel kazalar ve terör saldırıları gibi tehditler karşısında da sığınaklar hayati önem taşımaktadır. Bugün atılacak her adım, yarının güvenliğini belirleyecek; bu nedenle vakit kaybetmeden kapsamlı bir planlama, envanter çalışması ve yeni bir “ulusal sığınak politikası” geliştirilmelidir.

Unutulmamalıdır ki, bir toplumun güvenliği, görünmeyen kalelerinde saklıdır. Türkiye’nin geleceğini güvence altına almak, bugün harekete geçmekle mümkün olacaktır.

Bir an durup düşünelim… Ya hiçbir sığınağın yeterli olmadığı bir felaket yaşanırsa? Diyelim ki bir nükleer savaş oldu… İnsanlığın yüzyıllardır korku ve ihtimal arasında tuttuğu o felaket senaryosu bir gün gerçeğe dönüşürse, sonuçları tahmin edilemeyecek kadar karmaşık olacaktır. Çünkü nükleer bir savaş yalnızca patlamaların değil, aynı zamanda birbirine bağlı yüzlerce sistemin —ekolojik, ekonomik, biyolojik ve toplumsal dengelerin— birbiri ardına çöküşüdür.

Böylesi bir durumda, sadece bireylerin değil, ailelerin, okulların, kamu binalarının ve toplumun tamamının hazırlıklı olması gerekecektir. Öğrencilerin güvenliği, öğretmenlerin yönlendirmesi, belediye personelinin kriz yönetimi ve sağlık sistemlerinin işleyişi, her şey birbirine bağlıdır. Sığınaklar yalnızca beton ve çelikten ibaret değildir; bilgi, disiplin ve bilinçle desteklenmediğinde, kriz anında işlevsiz kalabilir.

Bugün atacağımız adımlar, yarının felaketine karşı bir sigorta niteliğindedir. Yeni sığınaklar inşa etmek, mevcutları güncellemek, halkı, okulları ve kamu kurumlarını bilinçlendirmek; tatbikatlar ve eğitimlerle hazır hâle getirmek, ulusal güvenliğin temel taşlarıdır. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanın hazırlıksızlığı modern çağın en büyük risklerinden biri olmaya devam edecektir.

Türkiye’nin geleceğini güvence altına almak, bugün harekete geçmekle mümkün olacaktır. Herkesin sorumluluk alması, devlet kurumları, belediyeler, okullar, sivil toplum kuruluşları ve bireylerin birlikte çalışması, olası krizlerin etkisini azaltacaktır.

Sığınak meselesi artık sadece fiziksel bir ihtiyaç değil; ulusal güvenlik, toplumsal bilinç ve insan hayatının korunması meselesidir. Ertelenmiş önlemler, felaket anında telafisi olmayan kayıplara yol açabilir. Bu nedenle kapsamlı bir “ulusal sığınak ve kriz yönetimi politikası” hem bugünün hem de yarının güvenliğini garanti altına alacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları