aohbet islami chat omegla türk sohbet cinsel sohbet dini chat ref: refs/heads/v3.0
enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhphaberyerel haberibbkartal belediyesituzla belediyesidilovası belediyesipendik belediyesimaltepe belediyesiuğurmumcugökhan yükselimamoğluşadi yazıcı
DOLAR
41,6531
EURO
48,8505
ALTIN
5.165,86
BIST
11.082,63
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cuma Hafif Yağmurlu
25°C
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Parçalı Bulutlu
22°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
23°C

Nevin Özbar

nevinozbar12@gmail.com

Ömer Hayyam’ın Gözünden Dünya Düzeni…

21.09.2025 16:20
A+
A-

Bugün sizlerle, adı yüzyılları aşarak günümüze ulaşmış, hem bilimde hem şiirde derin izler bırakmış bir bilgeden söz etmek istiyorum: Ömer Hayyam…
Nişabur’un topraklarında doğan bu büyük düşünür; kimi zaman gökyüzünün sırlarını çözmüş bir astronom, kimi zaman sayıların peşinden koşan bir matematikçi, kimi zaman da insan ruhunun derinliklerine dokunan bir şair olmuştur.

Kübik denklemleri sınıflandırmış, güneş yılını modern çağın ölçümleriyle yarışacak bir doğrulukla hesaplamış, Celali Takvimi’ni kurarak zamanı insanlığa yeniden armağan etmiştir. Fakat onun kaleminden dökülen rubailer, bilimin soğuk hesaplarının ötesinde, insanın varoluşuna dair en yalın ve en sarsıcı soruları dile getirmiştir.

İşte ben de bugün, bu bilge şairin yaşamına kısaca değinmek ve zaman zaman onun dizelerinden birkaç mısrayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü Hayyam’ı anlamak, sadece onun rakamlarla, yıldızlarla uğraşan yönünü değil; insan kalbine dokunan o derin, şiirli sesini duymaktan geçer…

Kısaca Ömer Hayyam Kimdir?

Gıyaseddin Ebu’l-Feth Ömer bin İbrahim Nişaburi, yaygın bilinen adıyla Ömer Hayyam, 11. yüzyılda Selçuklu İmparatorluğu’nun ilk başkenti Nişabur’da doğmuştur. Matematikçi, astronom, filozof, tarihçi ve şair olarak çağının en önemli bilginlerinden biridir.

Matematikte özellikle kübik denklemler üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır; koniklerin kesişiminden yararlanarak bu denklemlerin geometrik çözümlerini geliştirmiştir. Ayrıca paralel aksiyom üzerine yaptığı yorumlarla matematik tarihine katkı sağlamıştır.

Astronomi alanında, 33 yıllık enterkalasyon döngüsüne dayanan son derece hassas Celali Takvimini hazırlamış, 1079 yılında bir yılın uzunluğunu 365,24219858156 gün olarak hesaplamıştır. Bu ölçüm, günümüz modern değerleriyle neredeyse birebir örtüşmektedir.

Edebiyatta ise rubaileriyle hafızalara kazınmıştır. Ona atfedilen binlerce rubailin arasında, kendisine ait özgün olanların sayısı yaklaşık yüzdür. Türkiye’de Hayyam’a duyulan ilgi 19. yüzyıldan itibaren artmış; ilk Türkçe çeviriler Muallim Feyzi tarafından yapılmış ve 1885-1886 yıllarında Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayımlanmıştır.

Peki, Rubai Nedir?

Hayyam’ın adını ölümsüzleştiren bu özel şiir türüne “rubai” denir. Arapça kökenli “rubâî” kelimesi “dörtlü, dörtlük” anlamına gelir ve edebiyatta dört mısradan oluşan şiirleri ifade eder. Ortaya çıkış tarihi kesin olarak bilinmese de, köklerinin İslâm öncesi dönemlere dayandığı, halk arasında sevilen ve sıkça kullanılan bir tür olduğu kabul edilir.

Divan edebiyatında gazel ya da kaside kadar yaygın değildir; ancak İran edebiyatında rubainin en güçlü temsilcisi hiç kuşkusuz Ömer Hayyam olmuştur. Onun dizeleri, hem felsefi hem de insani derinliğiyle rubaiyi çağlar boyunca yaşatmıştır.

Daha sonra Mevlânâ’nın Farsça kaleme aldığı tasavvufi rubailer, bu şiir biçiminin Anadolu’ya taşınmasına ve Divan edebiyatında da kendine sağlam bir yer edinmesine vesile olmuştur. Böylece rubai, hem aklın hem kalbin sesi olarak asırlardır varlığını sürdürmüştür.

Aşağıda yer alan dizeler, Ömer Hayyam’ın farklı rubailerinden seçip derlediğim mısralardır. Her biri bağımsız birer şiir olsa da, bir araya geldiklerinde onun sorgulayan aklını, derin ruhaniyetini ve insana dair bitmeyen arayışını yansıtır.

Ey özünün sırlarına akıl ermeyen;
Suçumuza, duamıza önem vermeyen;
Günahtan sarhoştum ama dilekten ayık,
Umudumu rahmetine bağlamışım ben.

Beni özene bezene yaratan kim? Sen!
Ne yapacağımı da yazmışsın önceden.
Demek günah işleten de sensin bana:
Öyleyse nedir o cennet, cehennem?

İnsan bastığı toprağı hor görmemeli:
Kim bilir hangi güzeldir, hangi sevgili…
Duvara koyduğun kerpiç yok mu, kerpiç?
Ya bir şah kafasıdır, ya bir vezir eli!

Şu dünyada üç beş günlük ömrün var,
Nedir bu dükkânlar, bu konaklar?
Ev mi dayanır bu sel yatağına?
Bu rüzgârlı yerde mum mu yanar?

Sabah doldu göklere mavi mavi;
Doldur, ışık döker gibi, kaseyi!
Acı olmasına acıdır şarap,
Ama gerçek acıdır demezler mi?

Adam olduysan hesap ver kendine:
Getirdiğin ne? Götüreceğin ne?
“Şarap içersem ölürüm” diyorsun;
İçsen de öleceksin, içmesen de!

Camiye gittim, ama Allah bilir niye:
Ne namaz kılmaya, ne dua etmeye.
Eskiden bir kilim aşırmıştım camiden,
O eskidi, gittim yenisini yürütmeye.

Kimi dinde imanda buldu yolu,
Kimi akıl, bilim yolunu tuttu.
Derken ses geldi karanlıklardan:
“Gafiller! Doğru yol ne odur, ne bu!”

Varlığın sırları saklı benden;
Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben.
Bizimki perde arkasında dedi-kodu:
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben.

Bir geldi mi derin ölüm uykusu,
Biter bu dünyanın dedi-kodusu.
Ölenden bir haber bekler insanlar:
Ne söylesin? Bilmez ki ne olduğunu!

Yel eser, umutlar savrulur gider;
Sensiz, bensiz kalır bağlar, bahçeler.
Altın gümüş neyin varsa harcamaya bak:
Ölür gidersin, düşmanın gelir yer.

Büyükse de isyanım, kötülüklerim,
Yüce Tanrı’dan umut kesmiş değilim.
Bugün sarhoş ve harap ölsem de yarın
Rahmete kavuşur elbet kemiklerim.

Felek ne cömert, ne aşağılık insanlara!
Han, hamam, dolap, değirmen hep onlara.
Kendini satmayan adama ekmek yok:
Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya!

Bilgenin yüreğinde her dilek,
Anka kuşu gibi gizli gerek.
Damla nasıl inci olur denizde:
Sedefler içinde gizlenerek.

İçin temiz olmadıktan sonra,
Hacı, hoca olmuşsun kaç para!
Hırka, tespih, post, seccade güzel;
Ama Tanrı kanar mı bunlara?

Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?
Sana düşer azapların, tövbelerin beteri.
Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:
Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri.

Girme şu alçakların hizmetine:
Konma sinek gibi pislik üstüne.
İki günde bir somun ye, ne olur!
Yüreğinin kanını iç de boyun eğme.

Bir taş bulamazsın ki Doğu ovalarında
Küfretmesin bana da, benim zamanıma da.
Yüz adım yürü, bak, bir dertli insan görürsün:
Bunalmış, otura kalmış yolun kenarında.

Ne bilginler geldi, neler buldular!
Mumlar gibi dünyaya ışık saldılar.
Hangisi yarıp geçti bu karanlığı?
Birer masal söyleyip uyuya kaldılar.

Dünya üç beş bilgisizin elinde;
Onlarca her bilgi kendilerinde.
Üzülme; eşek, eşeği beğenir:
Hayır var sana “kötü” demelerinde.

Sen sofusun, hep dinden dem vurursun;
Bana da sapık, dinsiz der durursun.
Peki, ben ne görünüyorsam oyum:
Ya sen? Ne görünüyorsan o musun?

Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem;
Getir şu şarabı, alsın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el âlem!

Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde:
Senden ayığız bu sarhoş halimizde.
Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı:
İnsaf be sultanım, kötülük hangimizde?

Yazarın Diğer Yazıları