Bu sabah yine acı bir tebessümle uyandım. Yıl 2024, dünya hızla değişirken, Türkiye’deki devlet okullarında temizlik görevlisi bulmanın neden bu kadar zor olduğunu sorguluyoruz. Oysa ki, İŞKUR’un İşgücü Uyum Programı kapsamında Milli Eğitim Bakanlığı ile iş birliği yapılarak, 81 ilde toplam 120 bin kişilik bir kontenjan ayrılmış ve haftada üç gün çalışacak personele günlük ücret verileceği duyurulmuştu. Ancak projeye olan başvuru sayısı sınırlı kaldı.
“Yapsaydınız kardeşim, elinizi tutan mı vardı?” demek istiyorum ama şu an Milli Eğitim Bakanı’nın öncelikli projesi olan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli gündemde! Bu proje üzerinde uzun bir şekilde düşünülmüş olsa da, okulların hijyeni ve temizliği için yeterli personel var mı? Maalesef, hayır. Bu kadar önemli bir konuya yeterince önem verilmediği ortada. Görünen köy kılavuz istemez; alınacak önlemler tüm öğrenciler için hayati bir önem taşıyor. Eğer yeterli adımlar atılsaydı, bugün bu sorunları konuşuyor olmazdık.
Türkiye’de eğitim sisteminin geldiği noktada sadece temizlik personeli eksikliği ya da aç çocuklar değil, eğitimin kalitesi, fırsat eşitliği ve geleceğin inşası da ciddi tartışma konuları arasında. Eğitim, toplumun geleceğini şekillendiren en temel unsurlardan biridir. Bu sorunlar sadece fiziksel koşulların yetersizliği olarak değil, uzun vadede bir toplumun kültürel ve ekonomik çöküşüne işaret eder. Milli Eğitim Bakanlığı’nın planladığı reformlar bazı kesimlere umut vaat ederken, sahada bu reformların yansımalarını görememek, çözümlerin sadece kağıt üzerinde kaldığını gösteriyor.
Eğitimde özel ve devlet okulları arasındaki uçurum her geçen gün derinleşiyor. Devlet okulları temizlik personeli bulamazken, özel okullar astronomik ücretlerle öğrenci kabul ediyor, bu da fırsat eşitsizliğini daha da belirgin hale getiriyor. Çocukların oyun oynayacak bahçelerinin olmaması, sadece fiziksel alanların yetersizliği değil, zihinsel ve duygusal gelişimlerinin önüne set çeken bir yapıdadır. Burada sorulması gereken soru şudur: “Geleceğin liderlerini ve bilim insanlarını mı yetiştiriyoruz, yoksa mekanikleşmiş bireyler mi oluşturuyoruz?” Eğitimdeki bu mekanikleşme, öğrencilerin bilgi yüklemeye dayalı bir süreçten geçmesine neden oluyor; ancak onları birey olarak güçlendirmek ve topluma entegre etmekte yetersiz kalıyoruz.
Bugün Türkiye’de okullara aç giden çocuklardan ve pis tuvaletlerden bahsediyoruz. Eğer 2024 yılında hâlâ bu sorunlarla uğraşıyorsak, bu durum medeni bir toplum olmaktan ziyade toplumsal bir çöküş içerisinde olduğumuzun en net işaretidir. Yerli ve milli uçaklarımız göklerde diye övünürken, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımız kahvaltısız okula gidiyor ve okul tuvaletleri pislik içinde. Bu tablo bireysel bir sorumluluğun ötesinde, Milli Eğitim Müdürlüğü, İI Milli Eğitim Müdürlükleri, Okul Müdürleri, öğretmenler ve tüm eğitim camiasının yüksek sesle dile getirmesi gereken bir sorundur. Onlar yüksek sesle haykıracak, bizler de başımız önde, yüzümüz yerde gezeceğiz.
İktidar ya da muhalefet fark etmiyor; 2024’te konuştuğumuz bu! Hepimizin en kıymetli varlığı çocuklarımızdır. Vatandaş olmanın ötesinde, bir anne ve gazeteci olarak üzülüyorum. “Ülkemizde okula giden aç çocuklarımız var, okul tuvaletleri pislik içinde” dediğimizde insanın kanı donuyor.
Hatırlarsınız, Hababam Sınıfı filminde Mahmut Hoca’nın bir repliği vardı: “Okul sadece dört yanı duvarla çevrili, tepesinde damı olan yer değildir. Okul her yerdir.” Dünya artık yapay zekadan bahsediyor; insanlar oturdukları yerden hasımlarını çağrı cihazlarıyla öldürüyor, uzay yürüyüşleri tamamlanıyor. Dünyada böyle teknolojilerin geliştiği bir dönemde biz hâlâ okullarımızın kirliliğinden, eğitimin kalitesizliğinden ve aç çocukların okula gittiğinden bahsediyoruz.
Eğitimle ilgili sorunlar, sadece okulların kirliliğiyle sınırlı değil. Bugün sosyal medyaya bir göz atın; trafikteki yol kavgaları, ev sahibi-kiracı çekişmeleri, kadın cinayetleri, çocuk istismarları ve çeteler… İnsanlar birbirini boğazlıyor. Bir yandan teknoloji, savaş sanatı ve stratejiler ilerlerken, biz hâlâ öğretmenlerin yeterliliğini veya okulların temizlik sorunlarını konuşuyoruz. Toplumun genel ruh hali bozulmuş durumda. Ekonomik sıkıntılar ve sürekli zamlar gündemdeyken, sokaklarda dolaşan ve geleceksiz kalan çocuklarımızın göz ardı edilmesi hepimizi derin bir endişeye sürüklüyor.
Eğer geleceğe dair bir umut besleyeceksek, bu umut önce çocuklarımızla başlamalıdır. “Kendi kapısının önünü temizlemek” deyimini hatırlayın. Türkiye’de okullarını temizleyecek bir Milli Eğitim anlayışına ihtiyacımız var. Eğitim ve sosyal hayatta başarıya ulaştıkça, toplumun güvenliği ve refahı artacaktır. Ancak mevcut ilgisizlik, çocuklarımızın sadece temizlik değil, diğer alanlarda da eksiklikler yaşamasına neden oluyor. Bu nedenle, Milli Eğitim’in bu sorumluluğu üstlenmesi büyük önem taşıyor.
Muhalefet de bu sorunları çözmek için çözüm önerileri sunmalı. Gerekirse her gün, daha yüksek sesle. Eğer bir sorun varsa ve çözüm için çaba gösterilmiyorsa, çocuklarımızın geleceği hakkında endişelenmemiz kaçınılmaz.
Haklarını vermek gerekir; Türkiye’de temiz okullarımız da var. Ancak, tüm okulların bu seviyeye ulaşması zorunludur. Bu sorunlar yalnızca günlük tartışma konuları değil, aynı zamanda çocuklarımızın geleceği için kırılma noktalarıdır. 2024 eğitim-öğretim yılının başında kantin kiralarının ortalama yüzde 70 arttığını hepimiz biliyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda taviz veriyor mu? Hayır! Üstüne bir de gıda zamları eklendiğinde, yarım ekmek döner 110 TL, et hamburger 80 TL, ayran 20-25 TL. Okul servis fiyatları almış başını giderken, kırtasiye ürünlerine gelen zamları varın siz düşünün. Asgari ücretle geçinmeye çalışan aileler için aç bir çocuğun okula gitmesi nasıl bir yük?
2024 yılında hâlâ okullarımızın kirliliği, temizlik personeli eksikliği ve açlık çeken çocuklar üzerine tartışıyorsak, bu durum sadece eğitim politikalarının değil, toplumsal vicdanın da büyük bir sınavıdır.
Toplum olarak eğitim ve çocukların refahına dair vicdani bir sorumluluğumuz var. Bu sorumluluk sadece devletin değil, her bireyin üzerindedir. Okul müdürleri, öğretmenler, yerel yönetimler ve veliler bu sorunların çözümü için bir araya gelmeli ve çözüm odaklı hareket etmelidir. Ancak toplumun genel ruh hali bozulmuş durumda. Eğitim yetersizliği, toplumda şiddetin artması ve bireyler arasındaki hoşgörüsüzlükle doğrudan ilişkilidir. Çocuklarımıza nasıl bir gelecek bırakıyoruz sorusu, aslında bizim nasıl bir toplum olduğumuzun da cevabıdır.
Saygılarımla…