Bir kuruşa muhtaç bir hale gelmiş bir millet olduk.
Neden mi? Kısaca açıklamaya çalışayım sizlere.
Hani Osmanlının o son dönemleri, ülkenin dünyanın tüm emperyal ülkelerince işgal altında olduğu dönem var ya! İşte o dönemlerde ortaya çıkan bir BAŞKOMUTAN MUSTAFA KEMAL ve yanındaki cesur yürekli subaylar ve Kahraman Anadolu halkı ile birlikte başlatılan KURTULUŞ MÜCADELESİ ve sonunda EGE’de denize dökülen son düşman kırıntılarının temizlenmesi.
O temizlik harekâtından sonra hatta Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla birlikte irade gösterip ve sorumluluk alan bir ekip ülkeyi yönetmeye başladı ya! Yani o iki ayyaşın kurduğu bu cumhuriyet, şimdi kenarından köşesinden tırtıklamaya çalıştığımız o TÜRKİYE CUMHURİYETİ var ya! İşte o cumhuriyet.
O iki ayyaşın kurduğu o cumhuriyet, doğrudur ki küllerinden yeniden yaratılmaya çalışılarak kurulan, elde avuçta tek kuruşu kalmamış vatandaşı perişan bir vaziyette bulunan ve kasasında yetmiş senti dahi kalmamış bir dönemdi!
İşte o cumhuriyetin mimarları çok geçmeden yetmiş sente muhtaçken bile cumhuriyetin ilk on yılında ülkeyi demir ağlarla örmüş, stratejik tüm noktalara ihtiyaç dahilinde fabrikalar kurmuş, İktisat kongreleri yaparak kalkınmanın önünü açmış, Tevhid-i Tedrisat Kanununu (ÖĞRETİM BİRLİĞİ YASASI) çıkararak eğitimi-öğretimi demokratik, laik ve bilimsel bir eğitim sistemine sokmuştu!
İşte o kadro, şimdilerde beğenmediğimiz, büstlerine saldırdığımız ülkemizi o yetmiş sente muhtaçlıktan dünya ülkeleri arasında saygın konuma getirmiş bir ülke yaratmıştı.
Gelelim şimdiye. Bin dokuz yüzlü yıllardan iki binli yıllara geldiğimizde güzel ülkemde neler oluyor bir bakalım.
İnsanların, özellikle dar gelirli dediğimiz ve sayıları yaklaşık on beş, yirmi milyona tekabül eden vatandaşlarımızın içler acısı bir durumla karşı karşıya olduklarını görmekteyiz. Millet inanın ki artık “bir kuruşun” hesabını yapar duruma gelmiş. Şimdilik size iki örnek vermek istiyorum. İleride başka örnekleri de vereceğim. Devlet olarak çok mu farklıyız? Tabii ki değiliz. İhtiyaç duymazsak çıkıp elin Arap’ından borç para istemez, gelin yatırım yapın, gelin şurayı size satalım vs. demezdik.
Büyük zincir marketlerin meyve sebze reyonunun iki metre uzağında atık meyve sebze ürünleri koymuşlar kasalara. İnsanlar gelip o kasalardan az hasarlı ya da az çürümüşünü seçip almaya çalışıyor. Ha o ürünler öyle bedavaya da değil, biraz daha ucuz fiyata satılıyor. Gerçi kimi marketler ücret almadan da veriyorlar.
Akaryakıt istasyonlarının önünde kuyruklar!
Neden? Zam gelecek.
Ne kadar zam? Önce devlet eliyle altı-yedi lira. Sonra şirket eliyle bir iki lira ek zam. Yetmedi, “arkası yarın!” İstasyonlara bakıyoruz birisinde kuyruk var, diğerinde pek fazla kuyruk yok. Neden? Milletin gözü fiyat panolarında. Bir panoda 32,31 TL olan fiyat diğer istasyonun panosunda 32.30 TL. Doğal olarak bir kuruş fazla ödememek için ikinci istasyon tercih ediliyor. Elli litrelik bir depo akaryakıtta bir kuruşluk fark elli kuruş ediyor. Yani insanlar artık o elli kuruşu bile arar olmuş. Oysa ki o elli kuruşa artık alacağı bir çiklet dahi yok.
E şimdi sen gel de o iki ayyaşın kurduğu cumhuriyetin ilk on- on beş yıllık dönemini arama!
Ne demişti rahmetli Mahsuni Usta: “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana, bilsem ağlasam mı, ağlamasam mı.”
Ne yazık ki artık ağlanacak halimize gülüyoruz. Gerçi gülmeye bile takati kalmamış bir durumdayız!