Türkiye, Temmuz sıcağının yaktığı topraklarında bir başka ateşle, orman yangınlarının amansız tehdidiyle yüzleşiyor.
İzmir’den Hatay’a, Edirne’den Sakarya’ya, Bilecik, Manisa, Balıkesir… Yurdun dört bir yanından gelen yangın haberleri, bir felaket zincirine dönüşerek doğayı ve insan yaşamını aynı anda kuşatıyor.
Şiddetli rüzgârın sürüklediği kıvılcımlar, bir çırpıda yeşilin kalbine ulaşıyor; alevler yalnızca ağaçları değil, o ağaçların gölgesinde yaşayan binlerce canlıyı da yutuyor.
Ağaçlar, çalılar, kuşlar, sürüngenler ve memeliler… Hepsi, kendi doğal döngüsünü sürdüremeden, birer birer yok oluyor. Ekosistem, geri döndürülmesi güç bir tahribatla karşı karşıya.
Peki, bu yangınların tek faili doğa mı? Elbette hayır. İnsan ihmali, sorumluluk bilincinden uzak bireysel davranışlar, doğanın kalbine bırakılan ölümcül izlerdir. Söndürülmeyen bir kamp ateşi, atılan cam şişe ya da izmarit; belki de bir ormanın, bir yaşam zincirinin sonu anlamına geliyor.
Oysa doğaya duyulan saygı, sadece yasalarla değil, vicdanla da ölçülmeli.
Yangın riski artarken, hava sıcaklıkları da yükseliyor. Meteorolojiden gelen uyarılar, özellikle Akdeniz ve Ege bölgelerinde sıcaklıkların mevsim normallerinin üzerine çıkacağını bildiriyor.
Bu da yangınların daha da geniş alanlara yayılma riskini beraberinde getiriyor.
Doğa ile insan birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Ormanlar sadece oksijen değil, yaşamın ta kendisini sunar. Onları korumak, yalnızca çevresel bir görev değil; aynı zamanda geleceğe bırakılacak en temel mirastır.
Çünkü bu yangınlarda sadece ağaçlar değil, hayatlar da yanıyor.
Kimi zaman bir baba çocuğunu alıp evini terk etmek zorunda kalıyor, kimi zaman yaşlı bir kadın gözyaşlarıyla yılların emeğini geride bırakıyor.
Evler boşaltılıyor, mahalleler sessizliğe gömülüyor. Ve sessizliğin içinde, kaçamayan hayvanların çığlığı yankılanıyor. Yangından kurtulmaya çalışan bir kaplumbağa, yanmış tüyleriyle can çekişen bir geyik, yuvasını kaybetmiş bir kuş… Onların sesi çıkmıyor belki ama en derin yangın, onların sessizliğinde gizli.
Unutmayalım: Ormanları korumak, kendi varlığımızı korumaktır.
Bu yangınları sadece itfaiyeciler değil, sadece devlet değil; bilinçli insanlar söndürebilir.
Asıl soru hâlâ önümüzde duruyor:
Bir daha böylesi yangınlar yaşanmasın diye bilinçli adımlar atacak mıyız, yoksa her şey olup bittikten sonra yine üzülmekle mi yetineceğiz?