aohbet islami chat omegla türk sohbet cinsel sohbet dini chat ref: refs/heads/v3.0
enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhphaberyerel haberibbkartal belediyesituzla belediyesidilovası belediyesipendik belediyesimaltepe belediyesiuğurmumcugökhan yükselimamoğluşadi yazıcı
DOLAR
41,9043
EURO
48,9025
ALTIN
5.725,27
BIST
10.208,76
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
17°C
İstanbul
17°C
Az Bulutlu
Pazartesi Parçalı Bulutlu
19°C
Salı Çok Bulutlu
20°C
Çarşamba Az Bulutlu
20°C
Perşembe Az Bulutlu
20°C

Nevin Özbar

nevinozbar12@gmail.com

Cumhuriyetin Yol Arkadaşı: CHP

19.10.2025 13:03
A+
A-

Siyasetteki gelgitler, yani iktidar değişimleri, güç mücadeleleri ve halkın beklentileri karşısında yaşanan dalgalanmalar, tarih boyunca filozofların da en çok düşündüğü konular arasında olmuştur. Aristoteles bu konuda şöyle der:
“Politika, halkın iyiliği için yapılmadığında, tiranlık başlar.”
Yani, iktidarın amacının halkın refahı olduğunu, aksi halde yozlaşmanın kaçınılmaz olduğunu vurgular.

İşte bu düşüncenin tarih sahnesindeki en güçlü örneklerinden birini Mustafa Kemal Atatürk oluşturur. Atatürk, Milli Mücadele’ye bütün rütbelerini geride bırakarak, halkın bir ferdi olarak katılmış ve gücünü bütünüyle halktan almıştır. Onu kendisinden önceki yenilik hareketlerinden ayıran en önemli unsur, bu halkla kurduğu güçlü bağ olmuştur. Cumhuriyeti kuran kadro, iktidarın ve hâkimiyetin gerçek sahibinin halk olduğunu bilinciyle hareket etmiştir. Atatürk, daha Milli Mücadele’nin ilk günlerinden itibaren, fert, aile ya da sınıf ayrıcalıklarına karşı çıkarak halkçılığı savunmuştur. Ulusal ve bağımsız Türk devleti, demokratik kimliğini halkın iradesine dayanmasından almış; özgürlük, Atatürk’ün halkçılık ilkesinde somut bir karşılık bulmuştur.

O günden bu yana Cumhuriyet Halk Partisi, yalnızca bir siyasi parti değil, aynı zamanda modern Türkiye’nin inşasında, devrimlerin hayata geçirilmesinde ve millet iradesinin kurumsallaşmasında tarihsel bir mihenk taşıdır. Bir siyasi parti, sadece yasalarla kurulmuş ve seçimlere katılan bir örgüt olmanın ötesinde, toplumun değerlerini, beklentilerini ve vizyonunu geleceğe taşıyan bir enerjidir. Başka bir deyişle, bir siyasi parti; milletin umutlarını, ideallerini ve değişim arzusunu yönlendiren, onları ortak bir hedef etrafında buluşturan dinamik bir güçtür.

İşte tam da bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi’nin varlığı, bir siyasi örgütten çok, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ideallerinin yaşayan bir temsilidir. CHP, Anadolu’nun işgal günlerinde halkın iradesiyle şekillenen bağımsızlık mücadelesinin kurumsallaşmış hâlidir; köy meydanlarında yükselen bir çağrının, fabrikalarda filizlenen bir emeğin, kadınların seçme hakkıyla taçlanan özgürlüğünün ve Harf Devrimiyle aydınlanan zihinlerin adıdır. Cumhuriyet’in tarihi ile CHP’nin tarihi yan yana değil, iç içe yazılmıştır.

CHP’nin ideolojik temellerine baktığımızda, partinin milliyetçilik, devletçilik, cumhuriyetçilik ve halkçılık anlayışlarının modern Türkiye’nin kuruluşunu şekillendirdiği görülür. Milliyetçilik ulusal birliği, devletçilik ekonomide ve kalkınmada aktif devlet rolünü, cumhuriyetçilik egemenliğin kaynağının halk olduğunu, halkçılık ise sosyal adaleti ve eşitliği sağlayarak siyasal ve ekonomik ayrıcalıkları ortadan kaldırmayı, halkın çözüm süreçlerine katılımını ve sahiplenmesini esas alır.

On Beşinci Yıl Kitabı’nda devletçilik şöyle tanımlanır:
“Asırlarca yabancı milletler tarafından istismar edilen Türk milletinin ekonomik istiklalini temin edecek, milleti ecnebi fabrika mahsullerine müşteri olmaktan kurtaracak yol, ancak devletçilik prensiplerini kabul ve tatbik ile mümkün olabilirdi. Devletin tanzim edici eli dış ticarete de müdahale etmiş, milli endüstrinin kuvvetlenmesini sağlamıştır.”

Cumhuriyet neydi?
Cumhuriyet, milletin kendi kaderini eline aldığı, egemenliğin halkın özünde yaşadığı ve geleceğini seçtiği temsilciler aracılığıyla şekillendiği yönetim biçimidir. Özgür irade, devletin temeli ve halkın güvencesidir.

Cumhuriyet’in henüz filizlendiği günlerde Mustafa Kemal Atatürk tarihi bir adım attı. 9 Eylül 1923’te milletin yol haritası niteliğindeki Dokuz Umde programını açıkladı ve yalnızca iki gün sonra, Halk Fırkası’nın kuruluş dilekçesi İçişleri Bakanlığı’na sunularak Türk siyasal hayatında yeni bir sayfa açıldı.

Jön Türkler ve İttihat ve Terakki geleneğinin siyasi mirasını devralan Halk Fırkası, Cumhuriyet’in ilanına temel teşkil ederek Türk siyasal hayatının en önemli hamlesini gerçekleştirdi. Atatürk ve arkadaşları, demokrasiden ödün vermeden çıktıkları bu yolda elde ettikleri zaferleri Cumhuriyetle taçlandırdılar. Demokrasi yokuşu çetrefilliydi; elbette ayrışmalar olacaktı. Önemli olan, toplumları geliştiren ve olgunlaştıran farklı fikirler içerisinde bir ahenk yakalamaktı. Atatürk çok partili hayat için kararlıydı. Cumhuriyet bunun için vardı. Fakat Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası denemeleri başarısız olmuştu; toplum henüz hazır değildi.

Bu süreç, CHP’nin ülkeyi köklü biçimde dönüştürme yönündeki kararlılığını da ortaya koydu. İsviçre ve İtalyan hukuk ve ceza kanunlarının uygulanması, sanayileşmenin hızlandırılması, kırsal alanlarda toprak reformu ve kalkınma programları, iskân yasaları, laiklik uygulamaları, kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması ve Latin harflerine geçişi sağlayan Harf Devrimi gibi kapsamlı reformlar, modern Türkiye’nin temellerini attı. Aynı zamanda ulus inşasına öncelik verildi; milliyetçilik ilkesinin benimsenmesiyle birlikte Dil Devrimi, Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi gibi girişimlerle Türk milliyetçiliği ideolojisi geniş kitlelere yayıldı.

1927 yılında gerçekleştirilen CHP’nin ikinci olağan kongresinde Atatürk, gençlere Cumhuriyet’i koruma çağrısında bulunarak son on yılın tarihsel önemine dikkat çekti. Bu anlatı, Atatürk kişilik kültünün tarihsel yazımının temelini oluşturdu. 1930–1939 yılları arasında parti, ideolojik temellerini netleştirerek “Altı Ok” ilkelerini benimsedi; cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik, devrimcilik, halkçılık ve devletçilik olarak şekillenen bu ilkeler, CHP’nin tarihsel kökenlerinden modern Türkiye’ye geçişi sağlayan ideolojik çerçeveyi oluşturdu.

“Dördüncü Kurultay” denilen 1935 toplantısının ardındaki anlamı Atatürk şöyle dile getiriyor:
“Bu anda, bundan önceki kurultayları ve partimizi doğurmuş olan ilk Sivas Kurultayını –ki iç ve dış düşmanların süngüleri altında kurulmuştur– hatırlamak, geçen on altı yılın bütün hadiselerini göz önüne getirmeyi kolaylaştırır. Uçurum kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için aralıksız gerçekleştirilen devrimler… İşte Türk genel devriminin kısa bir özeti diyebiliriz.”

Atatürk, Erzurum Kongresi gibi ikinci ve üçüncü kurultayın da dönüm noktalarına denk geldiğine işaret ederek sözlerini şöyle sürdürür:
“1927 kurultayı doğuda kopan azıyı yenerek, Cumhuriyet’in sarsılmaz temelde olduğunun anlaşılmasına; 1931 kurultayı güvenlik ve sükûnun kesin olarak kurulmasına rast gelir. Bu kurultayımız ise geniş ölçüde gelişim devri içinde bulunduğumuz günlerde toplanmıştır.”

Devrimleri ve gelişmeleri tek tek sıralayan Atatürk, kurultaya şu çağrıyı yapmıştır:
“Yeni öğütleriniz ve direktiflerinizle yeniden ilerleme ve yükselme tedbirlerimizi kolaylaştıracağına şüphe yoktur.”

Bugün mesele, lafı kısaltmak ya da uzatmak, bir koltuğa oturmak değildir. Asıl mesele, gerçeği bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktır. Çünkü bir milletin bağımsızlığını nasıl kurumsallaştırdığının cevabı, yalnızca tarih kitaplarının satır aralarında değil; bu milletin alın terinde, fedakârlığında ve Cumhuriyet’in temellerini atan iradede gizlidir.

Cumhuriyet Halk Partisi, yalnızca bir siyasi örgüt olarak doğmadı; Anadolu’nun işgal günlerinde halkın iradesiyle şekillenen bağımsızlık mücadelesinin kurumsallaşmış hâli olarak tarihe geçti. Onun geçmişi, yalnızca kongre salonlarında alınan kararlarla sınırlı değildir; köy meydanlarında yükselen bir çağrının, fabrikalarda filizlenen bir emeğin, kadınların seçme hakkıyla taçlanan özgürlüğünün ve Harf Devrimiyle aydınlanan zihinlerin adıdır.

Cumhuriyet’in tarihi ile CHP’nin tarihi yan yana değil, iç içe yazılmıştır. Her bir kurultay, milletin geleceğini yeniden inşa eden birer dönüm noktası olmuş; her bir reform, Türkiye’yi çağdaş uygarlık yolunda daha ileriye taşımıştır. Atatürk’ün önderliğinde kurulan bu hareket, sıradan bir siyasi teşkilat değil, milletin kaderine yön veren bir iradenin adıdır.

Bugün hâlâ bazıları, CHP’yi sözüm ona “omurgasız duruşuyla”, “ekseni kaymış”, “erdemi kaybolmuş” sözleriyle; kargaşayla ve sıradanlaştırmayla anmaya çalışıyor olabilir.
Oysa tarih, bütün görkemiyle şunu kanıtlamıştır: CHP, Cumhuriyet’in yol arkadaşı, modern Türkiye’nin kurucu gücü ve yarınlara uzanan vizyonun taşıyıcısıdır. Bu gerçeği görmezden gelmek, yalnızca CHP’nin tarihini değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in özünü yok saymak olur.

Cumhuriyet’i kuran irade, onu koruyacak gücü de kendi içinde barındırır. CHP, sadece dünün değil, bugünün ve yarının da Cumhuriyet nöbetçisidir.

Günümüzde kazanılmış belediye yönetimlerinin bazılarına operasyonlar düzenlendiğini, kayyumlarla toplumsal enerjinin zaman zaman baskı altında tutulduğunu görüyoruz. Cumhuriyet’in temel ilkeleri ve halkın iradesi her zamankinden daha görünür ve hatırlanır hâle gelmiştir. Tarih, değerlerin kolayca değişmediğini ve gözetilmesi gerektiğini her daim hatırlatır.

Şimdi geldiğimiz noktada unutulmamalıdır ki, hangi koltukta kim oturuyorsa otursun, kim nereye atanırsa atansın; özgürlük ve Cumhuriyet yalnızca kazanmakla değil, kazanılanı koruyacak irade, sağduyu ve tarih bilinciyle ayakta tutulur. Tarih, kimin milletin değerlerini savunduğunu, kimin ise kendi menfaatleri uğruna yolunu şaşırdığını unutmadan kaydeder.

Çünkü Cumhuriyet, bir tarih değil; bir karakter meselesidir.

Yazarın Diğer Yazıları